31 Aralık 2008 Çarşamba

HOŞ GELDİN !







28 Mart 2008 16:38
HOŞ GELDİN !
NE İYİ ETTİNDE GELDİN !
Böyle sessiz sedasız hiç haber etmeden gelinir mi?Oysa davulla zurnayla karşılayacaktım ben seni .Hangi arada hangi derede geliverdin, tomurcuklandırdın şenlendirdin sen bizi!Ne çok özledim ne çok bekledim bir bilsen.Hiç gelmeyecek demiştim Birde baktım ki ; aaa o da ne?Bir yağmur, bir fırtına ardından da güneş .Sıcacık ettin içimi. Hercai hercai, lale lale, papatya papatya, sümbül sümbül , leylak leylak... Çiçek çiçek , ışık ışık,tomurcuk tomurcuk...Ne iyi ettin de geldin evimizi, içimizi şenlendirdin .Hoş geldin sefa geldin .Buyur baş köşeye alalım "Ece Hanım" sizi. Haziran'a kadar nazlı nazlı salına durun biz de tadını çıkaralım güzelliğinizin.Bir bahar dalı, bir demet papatya neleri değiştirmez ki...Değil mi ya!





"LISTEN TO THE FALLING RAIN "diyor JOSE FELICIANO.Bahar yağmurlarında dinleyin baharın ve yağmurun sesini... belki içinizin sesi yağmur olup müzik müzik taşar notalardan.


DAĞLARINA BAHAR GELMİŞ MEMLEKETİMİN!



23 Mayıs
DAĞLARINA BAHAR GELMİŞ MEMLEKETİMİN!
AHMET ARİF BAK! BENİM DE MEMLEKETİMİN DAĞLARINA BAHAR GELDİ!




YAYLALARA ,YOLLARA ,YARLARA, YARENLERE BAHAR GELMİŞ!.. PİSİ PİSİLER ÇIKMIŞ ! TEKRAR ÇOCUK OLMUŞUZ ...
GERİ GELMİŞ DÜŞLER
VE ÇOCUKLUK!
DİLEKLER TUTARAK YİNE ÜFLEMİŞİZ ...


HEP ÇİÇEK ÇİÇEK OLSUN DA
DÜŞLER BAHARA ÇIKSIN DİYE ...




19 19 MAYISMIŞ... GENÇLİKMİŞ...UYANMIŞIZ UYKULARDAN KOŞMUŞUZ YAYLALARA..."DAĞLARINA BAHAR GELMİŞ MEMLEKETİMİN..."
ÇİÇEKMİŞ HER YER ... GENÇMİŞİK,YEŞİLMİŞİK...
BİZ KIRLARA ,DAĞLARA KARIŞMIŞIK...

19 MAYISMIŞ... GENÇLİKMİŞ...UYANMIŞIZ UYKULARDAN KOŞMUŞUZ YAYLALARA..."DAĞLARINA BAHAR GELMİŞ MEMLEKETİMİN..." VE İZMİR'İN BURDUR'UN,DENİZLİ'NİN DAĞLARINDA ÇİÇEKLER AÇMIŞ...AÇMIŞ DA ŞENLENMİŞ ÜLKEMİN İNSANI ,DAĞI, OVASI. OVASINDA Kİ KARINCASI ,ARISI...BİR 19 MAYIS SABAHI GENÇLİĞİNİN KURTULUŞUNA KARAR VEREN " O GÜZEL ÖZGÜRLÜK SAVAŞÇISI"NA DEMİŞİZ Kİ:
"BAHARLA KUTLUYORUZ YURDUN VE GENÇLİĞİN KURTULUŞUNU İÇİMİZ KARARSA DA ŞU GÜNLERDE..! ŞİMDİ HEM BAHAR HEM DE GENÇLİK KUCAKLAR ÖZGÜRLÜK SAVAŞÇILARINI..19 MAYISLAR VE BAHAR DÜĞÜNDÜR ,KARŞILAMADIR GÜZEL IŞIKLI GÜNLERE OLAN İNANCIN.




Bahar Şiiri
Bu sabah mutluluğa aç pencereni
Bir güzel arın dünkü kederinden
Bahar geldi bahar geldi güneşin doğduğu yerden
Çocuğum uzat ellerini

Şu güzelim bulut gözlü buzağıyı
Duy böyle koşturan sevinci
Dinle nasıl telaş telaş çarpıyor
Toprak ananın kalbi



Şöyle yanıbaşıma çimenlere uzan
Kulak ver gümbürtüsüne dünyanın
Baharın gençliğin ve aşkın
Türküsünü söyliyelim bir ağızdan
Ataol Behramoğlu





Kırkikindi Yağmurları

Sabahları aşık değilim dedim
Hakikaten de öyleyimdir
Her sabah rahat, neşeli olurum
Hatta sesime bakmadan türkü söylerim

Herkes gibi işime giderim bende
Çalışmak sanki özlediğim bir şeydir
Sonra yavaş yavaş o aklıma gelir
Havam bulutlanır gitgide
Peşinden koşmaktan yorgun düşerim


Çekilmez olur artık şehir
Bilirim şimdi kırlarda
Bir hayvan sakince suya eğilmiştir
Trenler geçip giderken küçük kuşlar
Durmadan yer değiştirir telgraf tellerinde

Gitsem gezinsem derim limanda
Rıhtım kahvelerinden birinde otursam



Bir şey içsem ve dönsem
Değiştirsem elbisemi,
Yahut uzanıp saatlerce uyusam
Belki bu dertten kurtulurum
Derim ama akşam olur
Gene kapına düşer yolum.

Necati Cumalı

BEYKOZ
HAZİRAN 2007

30 Aralık 2008 Salı





BABALARA SELAM OLSUN III

BABAM' A....

BABA İÇİNDE KURTLA KUZUNUN OLDUĞU MASALLAR ETKİLEMİYOR ARTIK ÇOCUKLARI..."SÜPERMAN"LER, "ÖRÜMCEK ADAM"LAR, "NİNJA"LAR İSTİYOR MASALLARINDA ARTIK ÇOCUKLAR....ÇOCUKLAR ÖYLESİNE ÇARESİZ Kİ BABA... ONLAR ARTIK MASALLARA İNANMIYORLAR ..İÇİNDE KURTLA KUZU OLSUN DİYOR YA ŞARKIDA... ÇOCUKLAR İSTEMİYOR ARTIK ÖYLE MASALLARI....Hiç birşey bu şarkıda ki gibi değil baba...ne çocuklar aynı çocuk, ne masallar aynı masal...hiç bişey eskisi gibi değil...Sen yine bana bir masal anlat. Özledim seni...

(Ne çok severdim "Oya KÜÇÜMEN" söylerdi. “SÜPER BABA” dizisinin müziğiydi o yıllarda.Benim de babam kahramanımdı ...ki hala öyledir.Ben büyüdükçe daha bir güzelleşti babam. yıllar beni ona daha da yakınlaştırdı.Güzel yürekli ,onurlu babamı daha bir anlar oldum.Büyüdüm de ondan mı acep ? “Babalar gibi”dir benim babam...
( 2007 Babalar Günü'nde babam ve çevremdeki diğer güzel babalar düşünülerek kaleme alınmıştır.Bir İstanbul yolculuğunda..)
kardelen

BANA BİR MASAL ANLAT
Bana bir masal anlat baba
içinde bütün oyunlarım
kurtla kuzu olsun şekerle bal

baba bir masal anlat bana
içinde denizle balıklar
yağmurla kar olsun güneşle ay

anlatırken tut elimi
uykuya dalıp gitsem bile
bırakıp gitme sakın beni

bana bir masal anlat baba
içinde tüm sevdiklerim
içinde istanbul olsun
YENİ TÜRKÜ




2007 Babalar GÜNÜ…14:22


BABALARA SELAM OLSUN II
BABALARA....HAYATTA "BABALAR GİBİ" DURUŞU OLAN CİVAN YÜREKLİ ERKEKLERE...BABASINI ÇOK ERKEN YAŞTA KAYBEDEN AMA ;KENDİNİN HARİKA BABA OLDUĞUNA TANIKLIK ETTİĞİM DOSTUM'A...
KARDELEN....

İzleyip izleyip ağladığım ağlamaktan da izlemektende bıkmadığım film...



ASLAN YÜREKLİ BABALARA VE ÇOCUKLARINA...


Hayatta Ben En Çok Babamı Sevdim / Can Yücel

Hayatta ben en çok babamı sevdim.
Karaçalılar gibi yardan bitme bir çocuk
Çarpı bacaklarıyla – ha düştü, ha düşecek –
Nasıl koşarsa ardından bir devin,
O çapkın babamı ben öyle sevdim.

Bilmezdi ki oturduğumuz semti,
Geldi mi de gidici – hep, hepp acele işi! –
Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi.
Atlastan bakardım nereye gitti,
Öyle öyle ezber ettim gurbeti.

Sevinçten uçardım hasta oldum mu,
40’ı geçerse ateş, çağ’rırlar İstanbul’a,
Bi helallaşmak ister elbet, diğ’mi, oğluyla!
Tifoyken başardım bu aşk oy’nunu,
Ohh dedim, göğsüne gömdüm burnumu.

En son teftişine çıkana değin
Koştururken ardından o uçmaktaki devin,
Daha başka tür aşklar, geniş sevdalar için
Açıldı nefesim, fikrim, canevim.
Hayatta ben en çok babamı sevdim.



HAZİRAN, 2007 13:32

BEKLEMEDİĞİ ANDA VURULANLARA...

BEKLEMEDİĞİ ANDA VURULANLARA...
Ben BANG BANG'e takıldım.Son dönemde şu Kil Bill filmiyle tekrar gündeme gelen,ancak asıl 60 ların ortasında ünlenen harika parça...Akşam "Hatırla Sevgili"nin final sahnesinde , Defne gözünün önünde Deniz'in bıçaklanıp yere düşüşünü inanılmaz bir keder ve çaresizlik içinde çığlık çığlığa izledi.Aklından da çocukluklarında oynadıkları savaşçılık oyunlarını adeta film karesi gibi geçiriyordu. Fonda bu müzik çalmaya başladı.Ve ben tüylerim diken diken ürpererek izledim.Çok zamansızdı ve çok hainceydi bu bıçak yarası... Filmin sahnesi ve müzik nasıl böyle örtüşmüştü.Çok etkilendim. Ve iyice takıldım bu parçaya ...En sonunda paylaştım sizinle...
30 ,Haziran,2007 20:58
KARDELEN


BANG BANG(My baby shot me down)
I was five and he was six
Ben beş yaşındaydım o da altı

We rode on horses made of sticks
Sopadan yapılmış atlarımız vardı

He wore black and I wore white
O siyah giyerdi ben de beyaz

He would always win the fight
Oyunu hep o kazanırdı

Bang bang

He shot me down, bang bang
O beni vurdu, bang bang

I hit the ground, bang bang
Ben yere düştüm, bang bang

That awful sound, bang bang
O korkunç ses, bang bang

My baby shot me down.
Bebeğim beni vurdu

Seasons came and changed the time
Zaman geçti, mevsimler değişti

When I grew up, I called him mine
Büyüdüğümüzde, bana göre o benimdi
He would always laugh and say
O hep güler ve sorardı

"Remember when we used to play?"
"Oynadığımız günleri hatırladın mı?"
Bang bang

I shot you down, bang bang
Seni vurdum, bang bang

You hit the ground, bang bang
Yere düştün, bang bang

That awful sound, bang bang
O korkunç ses, bang bang

I used to shoot you down.
Eskiden seni vururdum
Music played, and people sang
Müzik çaldı ve insanlar şarkı söyledi

Just for me, the church bells rang.
Sadece benim için, kilisenin çanları inledi

Now hes gone, I dont know why
Şimdi o gitti, bilmiyorum neden

And till this day, sometimes I cry
Ve bugün bile, ağlıyorum bazen

He didnt even say goodbye
Hoşça kal bile demedi

He didnt take the time to lie.
Yalan söylemek için bile beklemedi

Bang bang

He shot me down, bang bang
O beni vurdu, bang bang

I hit the ground, bang bang
Ben yere düştüm .bang bang

That awful sound, bang bang
O korkunç ses, bang bang

My baby shot me down.
Bebeğim beni vurdu

29 Aralık 2008 Pazartesi

DARGIN MIYIZ ?

DARGIN MIYIZ ?
"DARGIN MIYIZ? "ŞİİRİNİ OKUDUM CAN YÜCEL'İN... OKUDUM VE ÇOK DUYGULANDIM ÇOKK... Tam o anda televizyonda izlemekte olduğum "HATIRLA SEVGİLİ" dizisinin final sahnesinde " 1969 da hani 6 'ıncı Filonun gelişini protesto eden ,öğrencilere gericilerin saldırışını ,pek çok gencecik dalın kırılışını anlatan ,Deniz'in bıçaklandığı Defne'nin yerle yeksan olduğu sahne"... Sahnenin sonunda; Deniz, kan içinde boş bakışlarla yere yığılırken fonda "Bang Bang" çalıyordu. Biraz araştırdım.O yılların şarkısı 1966' da yapılmış.Sonny Bono yapmış Cher söylemiş.Şimdilerde Nacy Sinatra'dan daha çok çalıyorlar. Yıllar önce çocukluğumda TRT' de çaldığında çok sevmiştim ve babam da çok sevdiğini söylemişti. 78 kuşağıdır babam ama 68 'li edası vardır hep duruşunda, yaşama bakışında...
Tüylerim diken diken,boğazım düğüm düğüm, hıçkırık hıçkırık izledim, dinledim... Nasıl da örtüştü okuduğum şiir, 'Hatırla Sevgili'nin son sahnesi,dün yaşadıklarım , "darılıp ayrılmak ne kötü" diye düşünürken... Bir de sevgilisinin feci ölümüyle ayrılanları görmek.Şiir ,şarkı film, yaşananlar, dargınlıklar ,ayrılıklar... Hepsinin zamanlaması...İnsan barışmak için hoşafta yapar ,yanına domatesli pilav da...Ne kadar insani !...ne kadar güzel yazmış Can Yücel bu şiiri... Yaşamda iz düşümü ne çok şey yaşanıyor...Ve yaşam ne kısa ,darılmayalım...ERGUVANLAR TEKRAR AÇSIN YÜREĞİNİZDE...YÜREĞİ YARALI HASSAS GÜZEL İNSANLARA OLSUN! VE "BANG BANG " DİNLEYEREK OKUYUN...
30, HAZİRAN,2007 20:16 KARDELEN



DARGIN MIYIZ?

"bu sabah uyanırken tam
karşıma çıktın
bu sabah uyanırken tam
kara karaydı gözlerinin akları
kara karaydı gözlerin

dargın mıyız, dargın mıyız, dargın mıyız yoksa, dargın mıyız?
bu sabah uyanırken tam

sana üryani eriği hoşafı yaptım
yanına domatesli pilav yemedin

durdun öyle karşımda mahzun
bana çok uzaklardan baktın
her bahar erguvanlar içinde yaşardık
bu bahar erguvan görmedim desem yeridir
CAN YÜCEL

(Can Yücel babasına yazmış bu şiiri...)
EZGİLERDEN GÜNLÜK TUTMAKTAYIM

Ezginin Günlüğü - Eksik Bir Şey var
Söz - Müzik: Nadir Göktürk

Eksik bir şey mi var hayatımda
Gözlerim neden sık sık dalıyor
Eksik bir şey mi var hayatımda
Gökyüzü bazen ciğerime doluyor
Öyle bir şey ki bu, kolay anlatamam
Atsan atılmaz, satsan satamam
Eksik bir şey mi var, anlayamam
Bak çayım sigaram, her şeyim tamam
Kalksam duraktan dolmuş gibi
Arka koltukta unutulmuş gibi
Terliklerimle, gelsem sana
Sonunda aşkı bulmuş gibi
Eksik bir şey mi var hayatımda
Gözlerim neden sık sık dalıyor
Eksik bir şey mi var hayatımda
Gökyüzü bazen ciğerime doluyor
Eksik Bir Şey Var


Biram, müziğim, rüzgarım herşey tamam ,eksik bir şey mi var?Ezginin günlüğü dinliyorum.Ve her gün ezgilerden günlük tutmaktayım.Yüreğimde cam kırıkları...ŞİİRLER YAZANA..
Kardelen
30 ,Haziran,2007 19:14

USTA ARIYORUM ÇIRAĞIYIM YAŞAMIN !













USTA ARIYORUM ÇIRAĞIYIM YAŞAMIN!
İNCİNDİĞİM İÇİN İSTEMEDEN İNCİTTİKLİRİM OLDU.İNCİNDİKLERİ İÇİN BENİ İNCİTENLER OLDU.Oysa daha yaşamda çıraktım ben ve kanatlarım yeni çıkıyordu.Ustamı arıyorum ben, varsa çırak arayanlar...
kardelen
30,Haziran,2007 18:32


Çırak Aranıyor
Elim sanata düşer usta
Dilim küfre, yüreğim acıya
Ölüm hep bana,
Bana mı düşer usta?
Sevda ne yana düşer usta
Hicran ne yana
Yalnızlık hep bana
Bana mı düşer usta?
Gurbet ne yana düşer usta
Sıla ne yana
Hasret hep bana
Bana mı düşer usta?

Refik Durbaş

" Oysa en çok siz de soluk alıp veriyorsunuz diye sevdim ben yaşamı. Yaşamın ona kendinizi eklediğiniz yerlerini sevdim en çok. Dokundukça çoğalttığınız, sevdikçe çoğaldığınız yerlerini. .Bu şehirden her ayrılışınızda arkanızda bıraktıklarınızı topladım birer birer. Oturduğunuz çay bahçelerinden, yürüdüğünüz sokaklardan, ıslandığınız yağmurun damlalarından topladım sizi. ... "
Cezmi Ersöz

19 Aralık 2008 Cuma

MASAL





MASAL BU YA...
Mutlu,mutlusun,mutluyum...Böyle çekimlenir işte bu. Son günlerin umutsuz ve insanlardan soğunası olaylarına inattır,başkaldırıdır. Katıldığım bugünkü " Drama semineri " çember halinde dağılan "mutluluk çekimi" yarattı .Adeta anafilaktik şoka giren bir hastaya verilen panzehir etkisi oldu üstümde.
Benim bu haftaki tılsımım; "Drama semineri"mdi.Yani , sevgili hocam "Tünay" ve misafir hocamız "Nadja"nın sihirli dokunuşları...100 Yıl sürmesede bir uykuydu uyandığım ve hissettiğim kendimi farkedişimdi tekrar.Kötü büyüyü yok edecek iyilik perisi, dolanır durur çevremizde kendini bize hissettirmeksizin.Tılsımlı cubuğuyla dokunmak için sırasını bekler hep o.Biz her şey kötü , hiç mi güzel bir şeyler olmayacak diye düşündüğümüzde devreye girmektir onun asli görevi. "Bu kadar mı kötü bu kadar mı ters olur ben çabaladıkça, didindikçe yaşam1" dedim sitemle. Tıpkı şu bilindik masal gibi.Hiç gelmeyeceğini düşündüğüm anlardı perimin ve...
Evet, masal bu ya ; kralın uzun zamandır beklenen çocuğunun doğumunun şerefine ülkenin bütün perileri kutlama partisine davet edilir.Partiye daveti unutulan perilerden biri çok öfkelenir. Ve kurgular hain planını...Diğer periler iyi dileklerde bulunduktan sonra birden Kötü kalpli peri(cadı)beliriverir.Olanca kin ve nefretiyle kralı cezalandırmak için minik kızına sonsuz uyku diler.Kral,Kraliçe, saray halkı ve periler çok üzülürler.Çünkü elinde sihir "güc"ünü bulunduran perilerin dileğini -kötü bile olsa- hiç bir şey bozamaz.Ancak kötüler kazanmaz masallarda ve partiye geç kalan ya da dileğini daha dilememiş en son peri hep yedekte vardır ve hep o anın gelmesini, rolünü oynamayı bekler.Kara büyüyü bozamasada en azından hafifletebilir kötü dileği.Minik bebek güzel, tatlı genç bir prenses olduğunda ölmeyecektir artık .Eline batan bir iğneyle sadece ülke ve saray halkıyla birlikte yüz yıl süren bir uykuya dalacaktır . Yüz yıllık uykusundan da iyi kalpli, yakışıklı( hep iyi kalpli ve yakışıklıdır o prensler ) bir prensin uykusuyla uyanacaktır. ve ömür boyu mutlu yaşam vardır o masallarda...

Elbet benim bu hafta boyunca süren masalım böyle bitmedi.Yüzyıl uyuyup iyi kalpli bir prensin öpücüğüyle açmadım bu sabah gözlerimi .Ama bu "drama semineri" yaşamımdaki kötü perinin (cadının)verdiği acıyı hafifleterek üzerime ışıltı serpti. Güzel bir "rolüm" vardı kurguladığımız doğaçlama oyunun sonunda.Baktık ki olacağı yok biz sarıldık öptük birbirimizi.Eh öpülmüş kadar olduk sevgili hocamla ikimiz...
Üç gün boyunca çıkışımızda seminerden hep bir tatlı yağmuru çiseler bulduk şehre. Yağan yağmur yıkamışt; yolları, ağaçları ,parkları ...Şehrimde yağmur sonrası içime dolan bir dinginlik bir huzur vardı.Yüzyıllık kötü bir büyüden uyanmış gibiydim.

17 Aralık 2008 Çarşamba

CANIM'A...

GÜZ GELMEDEN
CANIM'A...

Bir Temmuz gece yarısı... Hatta sabaha doğru ilerlemektedir saat ,gece yarısını da geçerek...Cehennem bir Denizli sıcağı...Sıcak... O kadar ki uyumak imkansız...Ve nasılsa başardım bu deli sıcakta grip olmayı... Başucumda ilaçlarım, elimde buzlu su şişesi ,diğer elimde -burnumla başa çıkmanın tek yolu olan- kocaman bir rulo tuvalet kağıdı...O saatte sadece kiminle konuşulabilirse onunla konuştum.Yıllardır geceyarısı ve sabah aramalarımda (normal insanların aksine, yıllardır en uygunsuz saatlerde aramak adeta bir gelenektir aramızda, çocuksu bir suç ortaklığı yaparcasına ) tek bir defa bile sesinde en küçük memnuniyetsiz bir ifade ile karşılaşmadım.O güzel insan yine aynı " alo" ile açtı."Alo" nun "O" sunda yumuşama yok yine.Ve başladım ben ;"uyudun mu"?"Yok" dedi, her zaman ki gibi 'gecekuşu'm . "Burnum akıyo, grip oldum,dökülüyom, canım sıkıldı,çok sıcak"...Sıraladım...Aynı sabırla dinledi..."Burnum akıyo" diye sabaha karşı aranılır mı biri..."Sen hiç uslanmayacaksın" dedim içimden kendime...Duydu beni sanki; o hep iç sesimdir benim, konuşmadan duyar, anlar.Bazen hiç konuşmasamda, karşılıklı sussak da o anlar beni...Yine duydu içimi "burnum akıyo" diye mi aradın sen beni...Seçim kritiği yaptık bir grup Kelaynak olmanın buruk gururuyla.Az bile olsak yalnız olmadığımızı hissetirircesine dalga geçtik kendimizle, siyasi duruşumuzla, tavrımızla...Sesimizi yükseltmeden "Değerli"(İkimizde hala çizgi film izliyoruz ve 'Değerli' yi biliyoruz.) gibi kıs kıs gülmek zor oluyordu ama; sessiz kıkırdamayı da öğrendik bu telefon kunuşmalarında yıllar içinde.Gündemimizi oluşturan günlük sıkıntılardan,beraber izlememiz gereken sinemalardan,korkularımızdan, büyüyüşümüzden,yüreğimizi sıkıntıya sokan olaylardan da hızlıca bahsettik.Bir kaç yakın arkadaşın eğlenceli dedikodusu..Ve en son da ciddi şeyler... Yıllardır bir türküyü beraber söylercesine; bir sırrı, bir mutluluğu, yürek gümbürtüsünü paylaşmanın sonsuz güveni içinde saatler geçti.Telli'nin dediği gibi;
"Türküler paylaşılıyorsa eğer
dağ rüzgârları paylaşılıyorsa
sevinç de dahildir buna
ve o zaman bütün bir yaşam
paylaşılacak kadar güzeldir artık..."

O'NUN YAŞAMIMDA OLUŞU GECEYARILARINDA BİLE İÇİMİ AYDINLATIYORDU.
O'NUN YAŞAMIMDA OLUŞUNUN VERDİĞİ GÜVENLE,
UYKUYA HAZIRLANDIM SICAK BİLE OLSA HUZURLUYDUM.
Hayallarimizi, başarısızlıklarımızı , yenilgilerimizi, ezikliklerimizi, hüznümüzü paylaşıyor.Başkalarının kanattığı yerlerimizi şevkatle ve hiç yakınmadan sarıyorduk her defasında...
Türküydük, bir yelkenliye binerek açık denizlerine açıldık hayatın,
Çok zor oluyordu rüzgarı bulmak,buluncada ters yönden esiyordu bazen,
Başladığımız yere döneriz korkusuydu bizi ürküten,
Bütün bir yaşamı paylaşıyorduk şiiri doğrularcasına
Gönlümüzün dağlarından esen rüzgardan alıyorduk hızımızı.
Hızımızı kesenler oluyordu, hızımızı kestiğimiz oluyordu
Ama biz türkü dinlemeye de türkü söylemeye de devam ediyorduk geceyarıları bile...
Türkülerimizi çalan yaşama inat, kendi türkümüzü çalıyorduk...
GÜZ GELMEDEN HEP YENİ LİMANLARDA DİNLENİYOR AÇIK DENİZLERE DEMİR ALIYORDUK.ÇOK ÜZÜLMÜŞTÜK.
"ÜZÜNÇ SEVİNÇLİ BİR IŞIĞA DÖNÜŞSÜN" DİYE UĞRAŞIYORDUK.
HEYBEME BİR GECE YARISI KIR ÇİÇEKLERİ DOLDURDU SAMİMİYETİYLE...
BENDE ONUN HEYBESİNE SEHER YELİMİ GÖNDERDİM YÜREĞİMDEN ,
"GÜZ GELMEDEN "SERİNLESİN BU SICAKTA DİYE...
14:47
12 ,TEMMUZ ,2007
KARDELEN

GÜZ GELMEDEN
Sırtında taşıdığın kıl heybe
dağ rüzgârı ve lor peyniri
gibi doluysa kır çiçekleriyle
sesler türkülere dönecektir
üzünçse ışıklı bir sevince
Dudaklarında özlem türküleri
ve gözlerinin menevşesinde aşk
çağıldıyorsa çavlanlar gibi
usulca gir umudun menziline
hüznü gerilerde bırak
Türküler paylaşılıyorsa eğer
dağ rüzgârları paylaşılıyorsa
sevinç de dahildir buna
ve o zaman bütün bir yaşam
paylaşılacak kadar güzeldir artık
Heybendeki kır çiçekleri
bir yangındır güze doğru
tutuşturur yüreğinde
uzak özlemlerin külünü
hiç beklemediğin bir anda
Güz gelip de yangın başlamadan
tutmalısın doğanın yelesinden
yüreğindeki seher yeli
varmalıdır sabah olmadan
gül bahçesine sevda hevengine
AHMET TELLİ

KEŞKE BİR YALAN OLSAYDIN



KEŞKE BİR YALAN OLSAYDIN
BU DÜNYADA YERİM YOKMUŞ KEŞKE BİR YALAN OLSAYDIM
BU DÜNYADA YERİM YOKMUŞ KEŞKE BİR YALAN OLSAYDIN
Marmaris Datça yolunda ilerlemekteyiz, bir kuşluk vakti...Gün olanca güzelliğiyle denize, ormana ve yüreğime şavkımakta...Serçeler gibi kıpır kıpırım.Yol almaktayız... Akdeniz'le Ege'yi birbirinden ayıran dağın sırtında...Dünyada bu güzelliğin bir eşi yok ,iki denizi ayıran ya da birleştiren yoldan ilerlemekteyim .Aynı anda iki denizi birden görmekteyim...Aynı anda iki farklı coğrafya, aynı anda iki aynı coğrafya...Sağım Ege ,solum Akdeniz...Denizle orman sarmaş dolaş.. Marmaris körfezini geride bırakır bırakmaz ,Gökova'yla Datça körfezi saklambaç oynamakta ve ben ikisini de sobelemekteyim.Birden müzik başladı..."Şu dağlarda kar olsaydım."Nasıl bir duygu sağnağına tutuldum ben!Nasıl boğazım düğüm düğüm oldu.Aynı arabanın önünde seyahat etmekte olan diğer Evliya Çelebiler'inde keyfini kaçırırım tedirginliği içinde sesssiz sessiz sağanak halinde aktım.Tepeden tırnağa hüzne kestim.Yaralarım da nasıl sadık.Kabuk bağlayan yaralarım, nasıl da olmadık zamanlarda kanayıveriyor.Oysa hep çarpışmalardan, darbelerden korurken kendimi.Bu kadar derin mi olur insanın yarası...Bu kadar mı ağır yaraladılar beni."Yikik perisan olsaydim olsaydim yine severmiydin beni beni"diyor şarkıda..Yıkık perişan olunca, kimse sevmez kimseyi.Tecrübe ettim.Bu dünyada yerim yokmuş.Keşke yalan olsaydı, Keşke yalan olsaydım.Yalan ve simsiyah duman olmak ne iyi olurdu.Dağlarda kar olsaydım erir giderdim.Üzülecek bir şey olmazdı geride, yiten zamana, çalınan düşlere dair.
EGE VE AKDENİZ GİBİYİZ ŞİMDİ.ÇAĞLAR ÖNCE ÇÖKÜNCE KARALAR ,OLDUK GEÇMİŞİNDE AYNI YERDEN BESLENMİŞ İKİ AYRI DENİZ.ÇÖKTÜK, YIKILDIK..BİR TARAFIMIZ DATÇA KÖRFEZİ OLDU BİR TARAFIMIZ GÖKOVA... DAĞLAR YÜKSELDİ ARAMIZDA OLDUK EGE VE AKDENİZ.AYRI DA DEĞİLİZ BİRLEŞİK DE . AYRI DEĞİLİZ; MAZİMİZ BİR VE DERİN,ÇOK DERİN ...YARALARIM ÇOK DERİN.. NEDEN OLDUĞU YARALAR,HER KANAYIŞINDA ANLIYORUM. ARTIK; SADECE YARALARIMLA BAĞLIYIM ONA. EGE VE AKDENİZ'İZ ŞİMDİ.BİRLİKTE DEĞİLİZ. BOYLU BOYUNCA UZANAN DAĞLAR VAR ARADA... Kİ O DAĞLARI BİZ YARATTIK ANCAK; DAĞLARIN ÜSTÜNDEN YOL ALIP KENDİ DENİZLERİMİZE KAVUŞURUZ. EGE'DEN BESLENİP DE AKDENİZ, ALDI BAŞINI GİTTİ OKYANUSLARA...TEZ KAVUŞSUN ATLAS OKYANUSUNA ...
24 Temmuz 2007 18:45 Kardelen

Şu Dağlarda Kar Olsaydım
su daglarda kar olsaydim olsaydim
bir asi ruzgar olsaydim olsaydim
arar bulurmuydun beni beni
sahipsiz bir mezar olsaydim olsaydim
su yanginda har olsaydim olsaydim
aglayip bizar olsaydim olsaydim
belki yaslanirdin bana bana
mahpusta duvar olsaydim olsaydim
su bozkirda han olsaydim olsaydim
yikik perisan olsaydim olsaydim
yine severmiydin beni beni
simsiyah duman olsaydim olsaydim
su yarada kan olsaydim olsaydim
dökülup ziyan olsaydim olsaydim
bu dunyada yerim yokmus yokmus
keske bir yalan olsaydim olsaydim

"SMOKE GETS İN EYES" ve BİR SABAHA KARŞI

"SMOKE GETS İN EYES" ve BİR SABAHA KARŞI
BİR SEHER YELİ 1950'LERDEN ESTİ GÖZLERİMİ BUĞULANDIRARAK...
BİR BUKET KARANFİL GETİRDİ BANA...
"SMOKE GETS İN YOUR EYES "
Gecenin 3.53' ü...Sabah olmakta ve usul usul odama sokulmakta..Püfür püfür bir seher yeli, perdemi kaldırıp odama dolmakta ve ben "smoke gets in your eyes "dinlemekteyim.Nasıl güzel parça...Hüzün mü var ne, sanki bir parça buğulu gözlerle söylenmekte."Kim ,neden,nasıl yaptı, kim, ne zaman, söyledi"merakımı celbetti.Kısa bir araştırma sonrasında http://sozluk.sourtimes.org/ adresinden şöyle özet bilgi geçersem iyi olur diye düşündüm.Ola ki, bir sabaha karşı, horozlar öterken bu parçayı dinlerseniz ;'işinizi kolaylaştırayım' istedim.Birde siz o vakitte kafa yormayın.Sözler şöyle;

they, asked me how i knew,
my true love was true,
i of course replied, something here inside,
can not be denied.

they, said some day you'll find,
all who love are blind,
when you heart's on fire, you must realize,
smoke gets in your eyes.

so i chaffed them, and i gaily laughed,
to think they would doubt our love,
and yet today, my love has gone away,
i am without my love.

now laughing friends deride,
tears i cannot hide,
so i smile and say, when a lovely flame dies,
smoke gets in your eyes,

smoke gets in your eyes.
Türkçe meali de aşağıda yazıldığı üzere biraz dumanlıcadır tahmin ettiğim gibi.Olsun hüzünde en çok bize yakışmaktadır.Buğulu gözlerle söylenmekte ve nemli gözlerle dinlenerek karşılık verilmelidir kanımca.

sordular bana, nasil bildigimi
askimin gercek ask oldugunu
elbette ki yanitladim, iceride bir yerlerde
bir sey var; inkar edilemez

dediler ki bir gun goreceksin
asik olan herkes kordur
kalbin yanarken, anlamalisin
dumanlanir gozlerin

onlari ciddiye almadim, ve guldum gonlumce
onlarin askimizdan suphe duymalarina
ancak bugun, askim uzaklara gitti
ve ben sevgimden mahrum kaldim

simdi gulen arkadaslar alay ediyor
gozyaslarim gizlenemiyor
bunun uzerine gulumsuyor ve diyorum ki
harikulade bir alev sondugu zaman
dumanlanir gozlerin

dumanlanir gozlerin

"İşte, klasik şarkı diye bir şey varsa o da budur. 1933 tarihinde roberta adlı müzikal için otto arbach'ın yazdığı sözler üzerine jerome kern tarafından bestelenmiş; bestelendiği günden itibaren yüzlerce defa yorumlanmış, en unutulmaz yorumunu ise zannederim ki 1958 yılında, her daim hayranı olduğum the platters'ın sesinde bulmuştur. senenin müzik listelerinde tavan yapmakla kalmamıştır bu versiyon, aynı zamanda, nasıl tommy dorsey'in i m getting sentimental over you'su 1930'lara damgasını vurduysa, o yılları bugün temsil eden tınıysa, 1950'ler deyince de akla ilk anda gelen şarkının smoke gets in your eyes olmasını sağlamıştır."

O zaman bize şöyle demek düşer ozanca ... A.Telli gibi ...her zaman ki vakur tavrımızla:


"Suya düşen bir karanfilse yüreğin
bırak kendini ırmağın türküsüne gülüm
vursun seni o taştan bu taşa
o çağlayandan bu çağlayana"


GÖZLERİNİZ HER NE ZAMAN BUĞULANIRSA;
YÜREĞİNİZDE ,GÖZLERİNİZE İNAT ,
BİR KARANFİL AÇSIN !
GÜRÜL GÜRÜL AKAN YAŞAMINIZA BİR KARANFİL DAHA BIRAKMAK İÇİN...
ELBET ÖMRÜNÜZE BIRAKTIĞINIZ O KARANFİLLER ÇAĞLAYAN OLUP AKAR BİR GÜN...
KARDELEN


AŞK SEN NELERE KADİRSİN!
Kİ BÖYLE PARÇALAR YAPTIRIRSIN İNSANLARA...
VE SEN NE KADAR MUKTEDİRSİN!
Kİ DUMANLI GÖZLERLE DİNLETİRSİN ŞARKILARI.
HÜZÜN BİZE GÖREDİR VE BİZ AŞKA GÖREYİZ...
O HALDE DEVAM! DUMANLANSA DA GÖZÜMÜZ,
HÜZNÜMÜZ KARANFİL OLUR ANCAK;ÇİÇEK ÇİÇEK
BU MANGAL GİBİ YÜREK VARKEN BİZ DE,
BÜTÜN DUMANLAR ALEV OLUR ANCAK İÇİMİZDE
08 ,Ağustos,2007
kardelen

HERCAİ,MOR MENEKŞE ,USTA'M ve MENEKŞE GÖZLÜ KADIN


HERCAİ,MOR MENEKŞE ,USTA'M ve MENEKŞE GÖZLÜ KADIN

Çok uzun yıllar önce iki kır çiçeği birbirlerine aşık olurlar. Her bahar diğer çiçekler gibi onlarda açıp güneşe merhaba derler.Fakat bir bahar bahar başlangıcı bu çiçeklerden biri diğerine; Biz diğer çiçekler gibi bu bahar açmayalım kışın ortasında herkesin soğuktan kaçtığı karlı günlerde açalım ki bütün doğa bize ait olsun der. Ve ikisi de o bahar açmamaya karar verirler.

Biri açmak için kışın gelmesini ve karın yağmasını beklerken, diğeri o yaz açar. O gün bugündür karda açan ve sevgilisini bekleyen çiçeğe Kardelen, sevgilisini yarı yolda bırakan çiçeğede Hercai denilir.

İşte bu yüzden hayırsız sevgiliye Hercai denilir....
Can Dündar



Mor Menekşe, Aç Dostlar, Ve Altın Gözlü Çocuk
Abe şair,
bizim de bir çift sözümüz var «aşka dair.»
O meretten biz de çakarız biraz..
Deli çığlıklar atıp avaz avaz
burnumun dibinden gelip geçti yaz
sarı tahta vagonları
ter, tütün ve ot kokan bir tren gibi.

Halbuki ben istiyordum ki gelsin o
kırmızı bakır bakracında bana sıcak süt getiren gibi...

Fakat neylersin, yaz böyle gelmedi,
yaz böyle gelmiyor,
böyle gelmiyor, hay anasını... şey! ..

EEEEEEEEEY...
kızım, annem, karım, kardeşim, sen
başında güneşler esen altın gözlü çocuk,
altın gözlü çocuğum benim;

deli çığlıklar atıp avaz avaz
burnumun dibinden gelip geçti de yaz,
ben, bir demet mor menekşe olsun getiremedim sana!
Ne haltedek,
dostların karnı açtı kıydık menekşe parasına!

Nazım Hikmet Ran, 1930
Menekşe Gözlü Güzel Kadın...
ya da
Güzel bakmasını bilen,
baktığını güzelleştiren kadın mı?,,,



Bilemem Usta hercai gönüllü bir menekşe miydi? Yoksa gönlünü çelen hep menekşe gözlü kadınlar mıydı?Kuşkularım var..." O meretten biz de çakarız biraz.. " diyor ya ..En büyük aşk üstatlarındansın sen... .Hiç kuşkumuz yok işte bundan ve hercai olmadığın dostluklarından ...Hem fikiriz değil mi dostlar?Ne iyi etmişte karnını doyurmuşsun dostların be! ' Büyük Usta'm ,yoksa o menekşeler bize diken olur, batardı. Belki tok uyumaktan ve dost sıcaklığından, yürekleri bir kır dolusu menekşe açmıştır sana.
KARDELEN

10,Ağustos,2007
05:09

RÜYA




20 Ağustos 2007
Rüya olsun yaşanılan kötü şeyler,Hazanda yeşiliniz bol olsun!
Ne çok dinlerdim bu şarkıyı kendimi çok yalnız hissettiğim ,memleket ,yuva ,ev,aile özlemi çektiğim yıllarda...
bu şarkıdaki gibi acılarımın olmadığı yıllarda...
Aradan 13 yıl geçmiş şimdi anlamlandırabiliyorum ancak "rüya"yı ve sözlerini...
Kişisel tarihimin en güzel yıllarıydı; çünkü hala küçüktüm o sıralar...
Ve rüyalarım vardı yaşamıma dair.Şimdi büyüyorum yine dinliyorum. Hala rüyalarım var..
Yaz bitiyor.Hazanı bol olanlar en çok yeşile, rüyalara şimdi ihtiyaç var.
Hazanda yeşiliniz olsun; yaşamınıza giren güzel insanlar.
Ayazlarda kalırsanız diye; yeşiller biriktirin kendinize şimdiden!

Duam odur ki,RÜYA OLSUN ŞARKIDA DENDİĞİ GİBİ KÖTÜ ŞEYLER
VE BU ŞARKI DA ARMAĞANIM OLSUN!
HAZANDA YAPRAKLARINI DÖKMEDEN, HALA YEŞİL KALANLAR İÇİN!
Kardelen


"RÜYA"
Değmeyin feryadıma,
Figanıma değmeyin
Eğer sevda bu demekse
Ben vazgeçtim
Beni sevmeyin
Garipliğim kader değil
Geçiçi gülmeyin
Bu kışta efkarlıyım
Bahara Allah kerim Hadi yüreğim ha gayret
Hele sıkı dur hele sabret
Başını eyme dik tut
Bu bi rüyaydı farzet
hadi hadi yüreğim ha gayret...
Hele sıkı dur hele sabret
Başını eyme dik tut
Bu bi rüyaydı farzet
hadi hadi yüreğim ha gayret...
04:08


Bir Duru Sözle Gönül Alana Bir Kuru Dalla Çiçekle Gelene...
Sene '94 mini mini bir liseli kız... anlamını çözemediği ancak; garip bir sezgiyle müziğini ve klibini izlemekten çok büyük zevk aldığı Demet Sağıroğlu şarkısı"Arnavut Kaldırımı...Aynı kız, aynı duyarlılıkla, aynı sene çıkan Sertab'ın "Lal" kasedini içine çekercesine tekrar tekrar dinlemektedir.Ve kanımca şarkılar sözler harikadır da 'klip' denilen, şarkıya uygun çekilmiş mini sinemalar, en az onlar kadar güzeldir ."O", kliplerdeki esas kızdır.Hüznüne rağmen başkaldıran, dik bir duruşu olsun diye hep direnen bu hayatta.Yüreğiniz lal olmasın, lal; içtiğiniz Çalkarası üzümlerden olsun ...
Bir "Demet" söylesin...



ARNAVUT KALDIRIMI
biten sevgilerin ardından
ağlayamam ben böyle yas tutamam
her sözde her gözde şefkat aramam
kırıyor kalbimi sonunda nasıl olsa
giden aşklarımın ardından
ağlayamam ben böyle yas tutamam
her sözde her gözde şefkat aramam
kırıyor kalbimi sonunda nasıl olsa
dün seni gördüm rüyamda
arnavut kaldırımlı boş sokakta
ah bir dili olsa da bir konuşsa
anlatırdı masumca seni bana
öpsem bebek gözlerinden çok ağlatırlar
sarsam seni kollarımdan bir gün alırlar
sevsem seni doyasıya yıpratırlar
bir sürü kuru gürültü parçalar sevgimizi
ey kader böyle mi olmalı solmalı sevgililer
giden aşklarımın ardından
ağlayamam ben böyle yas tutamam

Bir Sertab söylesin!Siz lal şaraplar içerken Çalkarası üzümden.Dağlarınızda bağlar olsun salkım salkım üzümler versin.Sevdilerinizle ister pekmez yapın kan olsun ,ister şarap yapın aşk olsun!
KARDELEN

LAL
"bir bulut olsam, yuklenip yagsam"dokulsem damla damla topragima
bir deli nehir, bir asi ruzgar olup kavussam uzum baglarina
bir cig tanesi, bulbulun cilesi
annemin sesiyle gune uyansam
radyoda yanik icli bir keman
aglasa nihavend acemasiran
bir turna olsam, yollara vursam
ucabilsem kendi semalarima
bir seher vakti silaya varsam
selam versem ah siradaglarina
komsunun kizi coban yildizi
yaz bahceleri yesil mor kirmizi
ah sisede lal hem de ay hilal
bir daha da gormedim boyle yazi

"
bir duru sözle gönül alana
bir kuru dalla çiçekle gelene
gitti gidiyoryaralı yüreğim
gitti gidiyor kanadından tuta benim gözleri görmeyenim
a benim kadrimi bilmeyenim
a benim hasreti dinmeyenim
beni elinle ellere gönderme
ah anam garib anam
ne sarayda ne handa
bir zalim ocağında
sevdam ağlıyor
ne gam ölsem uğruna
beni zehir zemberek diller dağlıyor.." diyor Sertab.

Ağısı az ,tatlısı çok olsun sözlerinizin ki
"Zehir zemberek" olan sevdanız olsun, ışıl ışıl ve şaşırtan!Ağlatmasınlar sizi,ağlatmayın siz!
Gönül alanınız ,çiçek vereniniz çok olsun !
03:45 20 ağustos ,2007
kardelen

SAROS'UN EN MİNİK " EFE"SİNE














SAROS'UN EN MİNİK " EFE"SİNE
Saros'un En Minik 'EFE'sine...
Bir güzel mavi, bir güzel deniz, bir güzel çocuk bırakıp geride binmişim otobüse ... Saros'un mavisinde,ta yüreğimin içinde, mini mini, yumuk yumuk, sarı sarı bir "oğul"cuk kalmıştır .Özlenen, ne geride Ay'la sarmaş dolaş ,olanca güzelliğiyle, yakomoz yakamoz uzanan Saros'un o güzel mavisi, ne de sabahın seher vaktinde güne bakan tarlalarına uzanan güneşin ışıltısıdır.
Bir güzel çocuk misafirdir bu yaz Erikli sahillerine.Bir küçük Trakya pehlivanı,bir küçük Ege Efe'si...Düşünce ağlamadan "oppa "diyerek silkinir de bizim küçük.Yaygarayı koparır; anası Trakya sıcağında terletiyor diye , sarı bukle bukle saçlarını kestirmek isteyince. 3 kişi zor zapdederler Efe'yi . Babası sorunca neden öyle ortalığı birbirine kattığını;"Tottum"(korktum) der, yarım yamalak ,yeni öğrenmeye başladığı konuşmasıyla Minik. Serde olsa da "efe"lik o bir çocuktur ve korkmuştur beyaz önlüklü ,elinde makas olan amcadan .Bizim oğlancık, oranın köylüklerinde "Tumbaki" denilen bir kabak olmuştur saçları olmayınca."Tumbaki kabaki "diye sevdiğimde o güzel kafasını ,anlar da hemen diklenir ;"umbak mina "( Tumbaki Mine) diyerek.Anasının ,babasının biriciği ,ablasının sevgilisi bir minik oğlancık dolanmaktadır Saros'un körfezi'nde...
Bilmem candan mı ,kandan mı gelmektedir bu sevgi ama; yüreğimin en sıcak yerinde mini mini bir sarı "tumbaki"oturmaktadır.İşte ÖZLENEN,daha otobüse oturur oturmaz , o bukle bukle sarı saçları kesildiğinde sarı bir tumbaki olan oğlancıktır.Ve O ne iyi etmiştir de gelmiştir, bizim dünyamıza ....bir sevinç bir cümbüş katmıştır bir bahar günü yaşamımıza... bazılarının günebakan bazılarının ayçiçeği dediği o güzel çiçekler gibi...doğduğu günün güneş tutulması oluşundan mı, ayın dünya ile güneşin arasına girip gölgesini üstümüze düşürmesinde mi bilinmez O HEM GÜNDÜZ, HEM GECE HEP IŞIK OLMAKTADIR anasına ,babasına ,bize ...hem güneşle hem de ayla barışıktır ve o dünya güzeli "EFE" adında bir çocuktur...

KARDELEN
23:38
05 eylül 2007

ÖMRÜM DİYORUM

ÖMRÜM DİYORUM
... Gelip geçti yaz...Ve bitmekde sonbahar ...Sarı sıcak bir yaz ...Sarı sarı yaprak yaprak bir hazan. mevsimler gibi Ömrüm bir sıcak bir soğuk, ırmaklar gibi kıvrım kıvrım,inişliç çıkışlı aktığı yerden beslenmekte oranın havasından suyundan etkilenmekte ya da kimbilir kendi havasını suyunu oray katmaktadır.... bir çağıl çağıl, bir dingin... Ömrüm diyorum ,ömrüm; sen hep böyle ürkek bir kelebek gibi ;bütün renklerini inatçı ayazlarda, sarı sıcaklarda ,fırtınalarda ,yağmurlarda mı bırakacaksın.Telli'nin söylediği gibi midir ?dizeler doğruyu mu dile getirmektedir?
Ömrüm diyorum şimdi ömrüm
Üzgün bir çocuksun sen ve yalnız
Öyle kal çünkü bu dünyada
Sana en çok mutsuzluk yakışıyor"
..sonunda hayatın bana lütfettiği şey bu mudur bilemem ki. Evet üzgün bir çocuğum doğrudur.Evet ;kimi zaman oldukça da yalnızım oda doğrudur.Ama "en çok mutsuzluk mu yakışıyor bana?"...sahi gülümsemek insanoğlunun ve insan kızlarının insanlara ve kendine verebileceği en büyük hediye değil midir? MUTLULUĞUN TILSIMI ;BİR GÜLÜMSEMEDEN GEÇMEZ Mİ?
Bu satırları şair söylerken hep hazandı ve hep yağmur yağmaktaydı ve bahar çok uzaktı bilirim.BİLİRİM DE KABUL ETMEMEKTEYİM.mutsuzluk yakışmaz bize...
kardelen
03 Aralık 2007, 23:38

Üzgün bir çocuğun yalnızlığı
Kadar saydam kalabilseydim
Ömrüm derdim ömrüm nasıl da
Dolu geçmiştir ölebilirim artık

Ölüm hiç de ürkünç gelmiyor
Yaşanmışsa tüm yaşanacaklar
Acı yitiriyor anlamını ve renkler
Kül oluyor körleşirken gökboşluğu

Bu dünya dünya mıdır hani
Bildiğimiz o yamyam küresi
Ki apis öküzlerinin çekip durduğu
Bir cansıkıntısıydı önceleri

Hantal ve gürültücü bir tehdit
Gibi düşüyorken üstümüze
Alaycı bir gülüş takılıyor yalnız
Dudaklarımın hüzün kıvamına

Ömrüm diyorum şimdi ömrüm
Üzgün bir çocuksun sen ve yalnız
Öyle kal çünkü bu dünyada
Sana en çok mutsuzluk yakışıyor
Ahmet Telli

14 Aralık 2008 Pazar

DAĞLARINA BAHAR GELMİŞ MEMLEKETİMİN!

DAĞLARINA BAHAR GELMİŞ MEMLEKETİMİN!
AHMET ARİF BAK! BENİM DE MEMLEKETİMİN DAĞLARINA BAHAR GELDİ
YAYLALARA ,YOLLARA ,YARLARA, YARENLERE BAHAR GELMİŞ!..PİSİ PİSİLER ÇIKMIŞ ! TEKRAR ÇOCUK OLMUŞUZ ...
GERİ GELMİŞ DÜŞLER VE ÇOCUKLUK!DİLEKLER TUTARAK YİNE ÜFLEMİŞİZ...HEP ÇİÇEK ÇİÇEK OLSUN DA DÜŞLER BAHARA ÇIKSIN DİYE! 19 19 MAYISMIŞ... GENÇLİKMİŞ...UYANMIŞIZ UYKULARDAN KOŞMUŞUZ YAYLALARA..."DAĞLARINA BAHAR GELMİŞ MEMLEKETİMİN..."
ÇİÇEKMİŞ HER YER ... GENÇMİŞİK,YEŞİLMİŞİK...
BİZ KIRLARA ,DAĞLARA KARIŞMIŞIK...

19 MAYISMIŞ... GENÇLİKMİŞ...UYANMIŞIZ UYKULARDAN KOŞMUŞUZ YAYLALARA..."DAĞLARINA BAHAR GELMİŞ MEMLEKETİMİN..." VE İZMİR'İN BURDUR'UN,DENİZLİ'NİN DAĞLARINDA ÇİÇEKLER AÇMIŞ...AÇMIŞ DA ŞENLENMİŞ ÜLKEMİN İNSANI ,DAĞI, OVASI. OVASINDA Kİ KARINCASI ,ARISI...BİR 19 MAYIS SABAHI GENÇLİĞİNİN KURTULUŞUNA KARAR VEREN " O GÜZEL ÖZGÜRLÜK SAVAŞÇISI"NA DEMİŞİZ Kİ:
"BAHARLA KUTLUYORUZ YURDUN VE GENÇLİĞİN KURTULUŞUNU İÇİMİZ KARARSA DA ŞU GÜNLERDE..! ŞİMDİ HEM BAHAR HEM DE GENÇLİK KUCAKLAR ÖZGÜRLÜK SAVAŞÇILARINI..19 MAYISLAR VE BAHAR DÜĞÜNDÜR ,KARŞILAMADIR GÜZEL IŞIKLI GÜNLERE OLAN İNANCIN.

Bahar Şiiri
Bu sabah mutluluğa aç pencereni
Bir güzel arın dünkü kederinden
Bahar geldi bahar geldi güneşin doğduğu yerden
Çocuğum uzat ellerini
Şu güzelim bulut gözlü buzağıyı
Duy böyle koşturan sevinci
Dinle nasıl telaş telaş çarpıyor
Toprak ananın kalbi
Şöyle yanıbaşıma çimenlere uzan
Kulak ver gümbürtüsüne dünyanın
Baharın gençliğin ve aşkın
Türküsünü söyliyelim bir ağızdan
Ataol Behramoğlu

KIRKIİNDİ YAĞMURLARI
Sabahları aşık değilim dedim
Hakikaten de öyleyimdir
Her sabah rahat, neşeli olurum
Hatta sesime bakmadan türkü söylerim

Herkes gibi işime giderim bende
Çalışmak sanki özlediğim bir şeydir
Sonra yavaş yavaş o aklıma gelir
Havam bulutlanır gitgide
Peşinden koşmaktan yorgun düşerim
Çekilmez olur artık şehir
Bilirim şimdi kırlarda
Bir hayvan sakince suya eğilmiştir
Trenler geçip giderken küçük kuşlar
Durmadan yer değiştirir telgraf tellerinde
(20.05.2008 BURDUR/Gölhisar-Böğrüdelik Yaylası)
Gitsem gezinsem derim limanda

Rıhtım kahvelerinden birinde otursam
Bir şey içsem ve dönsem

Değiştirsem elbisemi,
Yahut uzanıp saatlerce uyusam
Belki bu dertten kurtulurum
Derim ama akşam olur
Gene kapına düşer yolum.
Necati Cumalı

23 Mayıs 2008, 19:11' de kaleme alınmıştır.

YANGIN YERİ

YANGIN YERİ


" ben eğilmem gündüz ama,
geceleri kanatırım kendimi."
Metin ALTIOK
Ayağımın tozuyla geldim ;- "SİVAS KATLİAMI "nı konu edinen - izlediğim belgesel tadındaki tiyatrodan. Hüzünlüyüm ve utanç hissetmekteyim bir insan kızı olarak insanlığımdan. "Yangın yeri" nde yaşamakta bu ülke insanı diye düşünmekteyim. Ne kalırsa artık alevlerden sonra bize." YANGIN YERİ" Bir Ataol Behramoğlu şiiridir ve Livaneli bestelemiştir. Yürek ve beden acısına ancak bir hafta kadar komada dayanıp - vicdanı yangın yeri olmuş ülkem insanlarını - terkeden Metin ALTIOK'u ve onunla son anlarını aynı yangın yerinde paylaşan güzel insanları yad etmek isterim. İsterim çünkü ;
YANGIN YERİ
yaşamak bu yangın yerinde
hergün yeniden ölerek
zalimin elinde tutsak
cahile kurban olarak
yalanla kirlenmiş havada
güçlükle soluk alarak
savunmak gerçeği çoğu kez
yalnızlığını bilerek
korkağı, döneği, suskunu
görüp de öfkeyle dolarak
toplanır ölü arkadaşlar
her biri bir yerden gelerek
kiminin boynunda ilmeği
kimi kanını silerek
kucaklıyor beni metin altıok
aldırma diyor gülerek
yaşamak görevdir yangın yerinde
yaşamak insan kalarak
Metin Altıok 1976 'da şu dizelerle içimi kanatarak seslenmekte ;
"...
ölümü tastamam ezberledim de geldim,
dilimde bu buruk türkü tadıyla
bilmem ki burdan nereye giderim.

sonunda kendime bir top yangın edindim,
soluğumla besledim dudağımın ucunda.
ömrümün külüydü savrulan hep ardımda,
örterek yavaş yavaş bıraktığım izleri
yanmış bir günün sürüklenen kanatlarıyla.
koştum, durmadan koştum o küçük yangınımla,
adımın çaresiz kıyılarında kendi göğümü bulmaya.
DİLEĞİM ODUR Kİ;
Son olsun son olsun !
Günün birinde MADIMAK kebapçı dükkanı değil,
Önünde alev alev güller açan müze olsun.
KARDELEN 01:54

YALNIZCA KANATLARINA GÜVEN

YALNIZCA KANATLARINA GÜVEN
Uzun zamandır bu şiiri doladım dilime bir türlü yazamadım buraya ...Kanadımı kırdıkları gün yazacak mışım nerden bilirdim ?" OLSUN ! SARIP KANADIMI YOLA DEVAM!"
Kardelen
YALNIZCA KANATLARINA GÜVEN
aşkımız bir gün uçup giderse aramızdan sevgilim
sırt çantalı bir duman gibi
bir melekle çarpışan kelebeğin kanadından dökülen toz
bir çağlayanda sürüklenen bir dal parçası gibi
istemediğimiz yerlere giderse aşkımız
sevgilim
yalnızca kanatlarına güven

kendi yarattığımız boşluğun ucunda
sıkı sıkı tuttuğumuz bir kapı koludur yaşam
ve aşk, en derin kuyumuza düşen keman
yürüdüğümüz yollar daralırken
çökerken altımızdaki merdivenler
sevgilim
yalnızca kanatlarına güven

sevdalılar bilir
bir kuş yağmurudur ilkbahar
sevmeyi beceremeyenlerin koyduğu yasaklar
çözülüp gider çocuk gölgelerinde yazın
ve ağzımızın içinde dağılır aşk
sapsarı bir şeker gibi erirken sonbahar
bitmeyen bir kıştan söz açılırsa sevgilim
sevgilim
yalnızca kanatlarına güven

elimi uzattığımda sana gemileri göstermek için
dümende kan kokusuyla bayılmış bir kaptan
ateşin yüreğine sürüklenen bir ülke ufukta
ve çekirge sürüleri yolcu bavullarından çıkan
sevgilim
dökülürken tüyleri
savaş uçaklarına çarpan güvercinlerin
her gün değişen atlasların içinde tara saçlarını
ve yalnızca kanatlarına güven

götürürlerse bir gün beni ellerim iplerle bağlı
şiirlerimin bilmediği yerlere ve hiç kimsenin
alnımdan fırlayacak göçmen bir kuş gibi dur
dünyanın paslanmış sırtında
ve bensizliğe havalanırken
korkma sevgilim
sevgilim
yalnızca kanatlarına güven

Akgün Akova


16:01
29 Mayıs

HAZİRANDA DONMAK

HAZİRANDA DONMAK
Bazen öyle çok incinir ki insan incinmeye artık tahammülünün kalmadığıbir anda .Öyle büyük öyle haddini bilmez yersiz bir densizlikle karşılaşırsınız ki böyle bir şeyin olacağını söyleseler güler geçerdiniz.Hiç beklenmedik bir zamanda, hiç beklenmedik bir insandan gelir bu bir şaka dedirten çirkinlik..YÜREĞİNİZ DONAR KALIR SARI SICAĞINA RAĞMEN HAZİRANIN." Olsun" dersiniz "olsun" ! Her şey insan için deyip haddini bilmeyenlere haddini bildirip yola devap etmek gerek .
Kalemim
Yaramı kalemimle sardım.
Şimdi kalemim kanıyor.
Ali Özen

Yüreğim Yangın Yerim
Yüreğim yangın yerim.
Her acıyla tutuşur/
...........durmadan yanar.
Dolaşır halkın içinde mahzun kanatlı.
Savurur kendini yerden yere,
............/ esin olur şiirlere.
Şimşektir o, çakar zalimin yüreğine.


Bazı...
Asi bir ırmak olur
Bazı
Yaralı bir ceylan gibi ürkek...
Dillerde türküdür /gönüllerde umut.
Yakamozlarla parıldayan renk cümbüşüdür.
Bazı
Yağmur olur
.............../ serpilir yüreklere



Acılı insanların dostudur o.
Sevgi ülkesine yelken açar durmadan.
Tüm belalar gelse de üstüne
Hiç bir zaman ihanet etmez sevdiğine.


Yüreğim yangın yerim...
Her sevdayla taçlanır.
............/ İçin için kanar
Mutlaka
Halkın gönlüne damla damla akar.

Ali Özen

21:07
01 Haziran 'da kaleme alınmıştır.

YÜREĞİMİN UMUT OYNAŞIMLARINDA HAZİRAN

Yüreğimin Umut Oynaşımlarında Haziran
Bir sıcakla gidiyor Haziran.Bir sıcak ve binbir kaygı ve soru.Yaz soruların cevabını verir mi acep?Güzel olsun yaz ! Arada sırada da olsa bu perdeleri bir rüzgar havalandırmaz mı ki.. Yaz yağmurları yağmaz mı , mis gibi bir toprak kokusu bırakarak. Yazın içimizin derinlerinde denizler mavi mavi ,serin serin, yakamoz yakamoz ışıldamaz mı, serinletmez mi bizi ?Kim bilir olur belki...Bir düş olur yaz kanat kanat perilerin kucağında.
Kardelen

Yüreğimin Umut Oynaşımlarında Haziran
Dinmeyen sızılar boşalırken gövdemden.
Bu kent güneşin kızıl dudaklarından.
Utancın kanat gerişine bırakıyor kendini.
Devinmeler, gelip gitmeler, sonsuz açılımlar.
Özlemi duyuluyor bir şeylerin.
Acı yalnızlığı büyütüyor.

Yakınmalar, sövmeler, inlemeler.
Dirim kavgasına girişen insanlar.
Haziranın yalnızlığında acıyla büyüyen insanlar.
Yaşamak kıran kırana.
Kentin yabancı soluğu dudaklarımda…

Ve sonra çığlık çığlığa sesler geliyor uzaklardan.
Doklardan, iskeleden, fabrika bacalarından.
Kara saplı haziranla karalı yüzler.
Üzerime üzerime aralıksız saldırıyor.
Ben haziran güneşinin yangın ozanı
Bir şiir yazıyorum bir şiir, içimde büyüyen acı.
Bir zehir sancısı, bir kurşun yarası değil.
İçimde duyduğum acı hazirana bir çığlık.

Ve her gece çarpıyor kayalara yalp yalp sular.
Ve her gece çıldırasıya bir yalnızlıkla kıvranıyor içim.
Yan yana dizi dizi günler yapay bir sessizlikle geçiyor.
Her gece buram buram yanıyorum.

Acıyla bütünleşerek oyulganıyor sevdam.
Yinelenen çırpıntılara yoğruluyorum.
Bazen uğultusuzluğun uğultusu yiyip bitiriyor beni.
Yüreğimin ağzına birer birer yansıyarak kararıyor.
Yangınlığım başlıyor alaz alaz.

Bir ses ışığa ve çeliğe dönüşünce,
Uzar yalnızlığım haziran gecesinde.
Bir gurbet türküsüyle doğarım yeniden.
Uçarı bir sevinçle dolar yüreğim.
Bana umut aşılayarak yeniden dayanç verir sevdam.
Ali ÖZEN
25 Haziran 2008 ,20:48'de kaleme alınmıştır

GÜZEL BAKSIN İNSANLAR SİZE!

GÜZEL BAKSIN İNSANLAR SİZE!

Güzel bakınca insanlar bize güzel görünüyor ,dünya da size.Bakışları ışıktan bir ok gibi olsun çevrenizdeki insanların gözbebeğinize sapladığı o okları sevinçle doldursun içinizi.Sahi artık öyle güzel bakıyor mu insanlar bir birlerine ...Yoksa hain bir kurt gibi sokulup yanınıza - kurnaz planlarına sizi alet edip edemeyeceklerini öğrenmek istercesine mi -dikmekteler bakışlarını . Yoksa avını parçalamaya hazır bir kaplan gibi ,pençelerini yüreğinize geçirecek gibi kanatırcasına mı bakmaktalar size.Sahi insanlar güzel bakmakta mı size ?
BAKINCA SİZ İNSANLARA BÜTÜN SERÇELER HAVALANSIN! BÜTÜN ÇİÇEKLER GÖKKUŞAĞI GİBİ SARIP SARMALANSIN İÇLERİNE DOLSUN !AY IŞIĞI YAKAMOZ YAKOMOZ GÖZLERİNDE HARELER BIRAKSIN!
Kardelen




İREM
bana şöyle bir bak diyorsun
alıcı gözüyle, tepeden tırnağa
yeni dalınmış uyku gibi bak
çobanların söndürmeyi unuttuğu dağ ateşi
kaleden kaleye uçurulan ak güvercin
rüzgara emanet edilen fısıltı gibi
yazdan kalma bir gün gibi bak bana

bana şöyle bir bak diyorsun
posta kutusuna geceyarısı bırakılan bir mektup gibi
kızağından kayıp bitmeden denize inen bir tekne
gökyüzünün denizyıldızlarıyla dolduğunu gören bir dalgıç gibi bak
akşam kırılmaya başlarken içimde
dağılan bir ilkokulun zili gibi bak bana

bana şöyle bir bak diyorsun
bir ışın demetine sarılır gibi bak
unuttuğum ve istesem de
yüzlerini bir türlü anımsayamadığım
çocukluk arkadaşlarım gibi
kahve fincanına damlayan gözyaşı
kara düşen kan damlası gibi
diyorsun ki - evet, mavi gözlerinden bile ürpertici bu -
kınından çıkarılan bir hançer gibi bak bana

bana şöyle bir bak diyorsun
yaşama sevincini sana ben veriyormuşum gibi
sevgilin olmasam da sevgilinmişim gibi bak
kumsalda bırakılan ayak izi
kanada değen bulut gibi
kayalıklara sürüklenen bir gemiye yanıp sönen deniz feneri gibi bak bana
çünkü unutmamanın eşiğidir
ve anımsamanın kapısıdır bakmak
ve sevgili İrem
bunun için bile kibrit çakılabilir okyanusun kıyısında
karanlıkta
bir kedi gözü gibi
pençeleriyle dolaşırken aşk

Akgün Akova
10:18
26 Haziran

DUYDUK DUYMADIK DEMEYİN GÜL DEVRİ BAŞLADI!

DUYDUK DUYMADIK DEMEYİN GÜL DEVRİ BAŞLADI!

Akgün Akova yapmış yapacağını ve başlatmış İstanbul da gül devrini. Rüya da olsa bir cümbüş bir hengame koşmazsak bu mutluluğa ortak olamayacağız gibi bir his geldi bana .Koştum baktım sevdim bu yürek kıpırtılarını .Bize de bulaştırsın Akova dedim yazdım şiiri alta.İstanbulda gül devri başlarken kayıtsız kalamadım istedim ki yüreğinizde de başlasın şıkırtılı bir devir.Eeee bize de devam ettirmek, her yere "gül devri başladı "diye ilan vermek düştü. Duyduk duymadık demeyin!Bahar gitti ,lale devri bitti ;yaz geldi ,gül devri başladı ."GÜLÜN " GÜLELİM ,HATTA GÜLÜMSETELİM .YOKSA HİÇ ÇEKİLMEYECEK ;ÇİVİSİ ÇIKTI BU DÜNYANIN VE GİDİLECEK HENÜZ YENİ BİR DÜNYA YOK!
Kardelen

İSTANBUL'DA GÜL DEVRİ BAŞLIYOR
al işte bu da gözlerinin içine senli benli bakan İstanbul
tüm güller ölmüş de İstanbul'da, bir sen kalmışsın bu kadar güzel
alkol kokusuna alışık çamaşır ipleri balkonlarda
Boğaz'da gümbür gümbür bir yeşil
akşamcılar, eskiciler, körkütük dolmuşlar
güzelliğini bütün millet duymuş sevgilim,
hangi elbisen anlattıysa
senin için kalkmış kadehler, İstanbul bu yüzden çın çın
kulak kabartırsan
Galata Kulesi'ndeki caz patlamasını duyacaksın
bir şarkı aşağı atlamış ordan, bizi öpüşüyor görünce
martılar on dokuz mayıs gösterilerini falan bırakmışlar
haydi yallah gökten limana inmişler
deniz çok bozulmuş bu işe ama ses etmemiş
neden olacak
efendiliğinden

hah işte bu da vapur arkası cümbüş köpük İstanbul
tüm yürekler kirlenmiş de İstanbul'da
bir seninki kalmış bu kadar beyaz
bir kız gitmiş Köprü'nün çelik telli saçını örmüş
bir çocuk iki kere iki eşittir senin adın yazmış karatahtaya
adamın teki tutmuş kötü şeyler söylemiş yürüyüşüne ek olarak
ben bu kadarına dayanamamışım
kızmışım heyt oğlu heyt şiddetinde
tepesi atmaksa tepesi atmak
kıskanmaksa kıskanmak
önce İ'yi duman etmişim, sonra S'yi
ardı sıra A'yla N'yi Tanzanya'ya sürmüşüm
B, U, L de sizlere ömür bulvarın başlangıcında
İstanbul üç kurşunla Bizans harabelerine dönmüş
cinayetse cinayet
kansa kan olmuş şehir senin yüzünden
nice zaman sonra kendime gelmişim
bir pişmanlık bir ağlama tutturmuşum aman allah
tüm gözler kurumuş da İstanbul'da
bir benimkiler kalmış bu kadar ıslak
emektar saatim düş gördüğümü anlamış
basmış yaygarayı
zır da zır zır da zır
zır da zır
altıyı vapur geçe


(uyandım işte bu da düş görmemden sonraki İstanbul
başın göğsümde sevgilim böyle sıcak uyuman bir başka
tüm uykular uyunmuş da İstanbul'da
bir seninki kalmış bu kadar uzun
bir gül geldi durdu pencerenin önüne, içeri bakıyor
İstanbul'da tüm güllerin ölmediğini anlıyorum şimdi onunla
oh be
çocuklar gibi seviniyorum
İstanbullulardan özür diliyorum aklım başıma gelmişken
çöp arabalarında, evde kalmış kızlarda
kayıkhanede bu ilkbahar
yosmaların uykusuzluklarını biliyorsanız onlarda
yasadışı öpüşmelerimizde bizim
bir gül kokusudur sürüp gitsin diyorum
ve gül devrini başlatıyorum İstanbul sokaklarında sürüsüne bereket)

Akgün Akova

01 Temmuz 2008 saat:10:39 da kaleme alınmıştır.

3 Kasım 2008 Pazartesi

BEYAZ














BEYAZ.....
Sonbahar...Hazan... Aylardan Kasım, günlerden hüzün. Zaten hep buğuludur bu Kasım'larda gözlerim. Buğuludur da gözlerim, bir de incinmişsem, incitmişlerse, kanatmışlarsa insanlar...Başkalarının mutluluğundan rahatsızlık duyan insanlar ilişmekte gözüme gayri ihtiyari bu aralar durmadan .Ve düşünmekteyim; bu insan oğulları ve insan kızları ne zaman başkalarının mutsuzlukları üzerine mutluluk kurma planlarından vazgeçecekler.İşte ogün geldiği zaman insan olmanın erdemine varacaklar. Merakla beklemekteyim "beyaz, seni seviyoruz çünkü; en çok sen yansıtırsın ışığı ve en az kirlimiz sensin diyecekleri anı. Hiç anlamamaktayım "bu beyaz, hızla kirletelim" furyasını.Oysa "beyaz" beyaz kalmalı!Tüm direncim bundandır.Kirlenmeye karşı duran tek renk düşerse, renklerin kalesi düşmüş olacak gibi gelir bana! Tıpkı insanlığın hızla yitirilen bütün kaleleri gibi. Dürüslük, dosluk, sevgi, vefa ,sadakat, incelik , hoşgörü ,mertlik gibi. Bari renk bile olsa "beyaz" kalsaydı kirlenmeden, çamur atılmadan.Simgesi olduğundan benim için dürüstlüğün, açıklığın. "Beyaz" .. . Çok korkmaktayım şair haklı çıkacak diye;

" Bütün rekler hızla kirleniyordu.
Birinciliği beyaza verdiler"


Özdemir ASAF


Hazanınız uzak, 'beyaz'ınız çok olsun ömrünüzün her mevsiminde.

03.KASIM.2008
KARDELEN

2 Ağustos 2008 Cumartesi

YARİM İSTANBUL

26 Haziran 2007
13:32
YARİM İSTANBUL II

YARİM İSTANBUL

saçlarını dağıtır rüzgar
yeditepe üzerinden
hatıralar tarihin küllerini savurur
kadın gibi, kısrak gibi
sarılayım gel ince beline
yarim istanbul gel öpeyim gerdanından
tüketilmiş yaşanmamış
hediyelik hayatlar,
ah bu evler, pencereler
bu kapılar,sokaklar
hüzün gibi, sevinç gibi,
eskitilmiş zamanlar
yarim istanbul gel öpeyim gerdanından
minareler uzanmış gökyüzüne bağırır
kara sevdan nerelerden yüreğimi çağırır?
dua gibi, büyü gibi ezberledim hasretini
yarim istanbul gel öpeyim gerdanından

Söz: Sezen Aksu Müzik: Fahir Atakoğlu ...

Hiç İstanbul'la tanışıklığımın olmadığı lise yıllarımda Levent Yüksel'den dinlediğim şarkıdır. Yıllarca bu şarkının sadece müziğini dinlediğimi farkettim. İstanbul'u kuşbakışı izlediğim bir günbatımı gördüğüm manzara karşısında büyülenince sözleri de ve müziği kadar anlamlandı yüreğimde. İstanbul'un gerdanına aslında birçoğunun bilmediği için "Boğaz köprü"sü dediği gümüş kolye takılmıştı.Tüm görkemiyle süzülüyordu bu fettan şehir...
Kardelen

YARİM İSTANBUL I

25 Haziran 2007
02:25
YARİM İSTANBUL I

İSTANBUL DESTANI
İstanbul deyince aklıma martı gelir
Yarısı gümüş, yarısı köpük
Yarısı balık yarısı kuş
İstanbul deyince aklıma bir masal gelir
Bir varmış, bir yokmuş

İstanbul deyince aklıma Gülcemal gelir
Anadolu'da toprak damlı bir evde
Gülcemal üstüne türküler söylenir
Süt akar cümle musluklarından
Direklerinde güller tomurcuklanır
Anadolu'da toprak damlı bir evde çocukluğum
Gülcemalle gider İstanbul'a
Gülcemalle gelir

İstanbul deyince aklıma
Bir sepet kınalı yapıncak gelir
Şehzadebaşı'nda akşam üstü
Sepetin üstünde üç tane mum
Bir kız yanaşır insafsızca dişi
Boyuna posuna kurban olduğum
Kalın dudaklarında yapıncağın balı
Tepeden tırnağa arzu dolu
Sam yeli söğüt dalı harmandalı
Bir şarap mahzeninde doğmuş olmalı
Şehzadebaşı'nda akşam üstü
Yine zevrak-i derunum
Kırılıp kenara düştü

İstanbul deyince aklıma Kapalıçarşı gelir
Dokuzuncu Senfoniyle kolkola
Cezayir marşı gelir
Dört başı mamur bir gelin odası
Haraç mezat satılmakta
Bir gelinle güvey eksik yatakta
Köşede sedef kakmalı tombul bir ut
Tamburi Cemil Bey çalıyor eski plakta
Sonra ellerinde şamdanlar nargileler
Paslı Acem kılıçları
Amerikan kovboyları
Eller yukarı

Ne kadar da beyaz elbiseleri
Amerikan deniz erleri
Kocaman bir papatyadan yolunmuşlar gibi
Sütten duru buluttan beyaz
Beyazın böylesine ölüm yakışır mı dersin
YakışmazAma harbederken onlara
Bambaşka elbiseler giydirirler
Kan rengi, barut rengi, duman rengi
Kin tutar kir tutmaz

İstanbul deyince aklıma
Kocaman bir dalyan gelir
Kimi paslı bir örümcek ağı gibi
Gerinir Beykoz'da
Kimi Fenerbahçe'de yan gelir
Dalyanda kırk tane Orkinos
Kırk değirmen taşı gibi dönmektedir

Orkinos dediğin balıkların şahı,
Orkinos mavzerle gözünden vurulur
Denizin içinde ağaçlar devrilir
Kan çanağına döner dalyanın yüzü
Camgöbeği yeşili bulanırBir çırpıda kırk Orkinos
Reisin sevinçten dili dolanırBir martı gelir konar direğe
Atılan Kolyosu havada yutar
Bir başkasını beklemez giderBalıkçı gülümser tatlı tatlı
Adı Marikadır bu martının der
Her zaman böyle gelir böyle gider

İstanbul deyince aklıma Adalar gelir
Dünyanın en kötü Fransızcası orda harcanır
Çalımından geçilmez altmışlık madamların
Ağzı dili olsa da tenhadaki çamların
Görüp göreceği rahmeti anlatsa insanların

İstanbul deyince aklıma kuleler gelir
Ne zaman birinin resmini yapsam öteki kıskanır
Ama şu Kızkulesi'nin aklı olsa
Galata kulesine varır
Bir sürü çocukları olur

İstanbul deyince aklıma
Tophane'de küçücük bir sokak gelir
Her Allah'ın günü kahvelerine
Anadolu'dan bir sürü fakir fukara gelir
Kimi dilenecek dilenmesine utanır
Kiminin elinde bir süpürge peyda olur uzun
Dudaklarında kirli paslı bir tebessüm
Çöpçü olmuştur bugüne bugün

Kiminin sırtında perişan bir küfe
Kiminin sırtında nakışlı semer
Şehrin cümbüşüne katılır gider
Kalın yağlı bir kolana koşulur
Piyano taşırlar omuz omuza
Kendinden ağır yükün altında adamlar
Balmumu gibi erir dururlar
Sonra kanter içinde soluk alırlar
Nazik eşya nazik hamallar ister neylersin
Ama onlar kadar piyanoyu ciddiye alırlar mı dersin
Nazdan nazik çiniden bilezik eller
DerkenKarşı radyoda gayetle mülayim bir ses
Evlere şenlik Üstad Sinir Zulmettin
Hacıyağına bulanmış sesiyle esner:Gamı şadiyi felek
Böyle gelir böyle gider

İstanbul deyince aklıma
Stadyum gelir
Güne güneşe karşı yirmibeşbin kişi
Hepsinin dudağında İstiklal Marşı
Bulutlar atılır top top pare pare
Yirmibeşbin kişilik bir aydınlık içinde eririm
Canım ağzıma gelir sevinçten hilâfsız
İsteseler bir gelincik gibi koparır veririm

İstanbul deyince aklıma
Stadyum gelir
Kanımın karıştığını duyarım ılık ılık
Memleketimin insanlarına
Daha fazla sokulmak isterim yanlarına
Ben de bağırırım birlikte
Avazım çıktığı kadar
Göğsümü gere gere
Ver Lefter'e yaz deftere

İstanbul deyince aklıma
Binlerce insanın aynı anda
Aynı şeyi duymasından doğan sevincin
Heybetini düşünürüm
Birbirine eklenir kafamda
Binler yüzbinler milyonlar
Sonra bir mısra havalanır ürkek
Bir uykuyu cananla beraber uyuyanlar

İstanbul deyince aklıma
Yahya Kemal gelirdi bir eyyam
Şimdi Orhan Veli gelir
Deminden beri dilimin ucundasın Orhan Veli
Deminden beri senin tadın senin tuzun
Senin şiirin senin yüzün
Yaralı bir güvercin misali
Başımın üstünde dolanır durur
Gelir sessizce konar bu şiirin bir yerine
Neresine mi arayan bulur
Erbabı bilir
Deli eder insanı bu şehir deli
Kadehlerin çınlasın Orhan Veli

İstanbul deyince aklıma Sait Faik gelir
Burgaz adasında kıyıda
Mavi gözlü bir çocuk büyür döne döne
Mavi gözlü bir ihtiyar balıkçı gencelir küçülür
İkisi bir boya geldi mi Sait kesilirler
Bütün İstanbul'u dolaşırlar elele başbaşa
Ana avrat küfrederler uçan kuşa eşe dosta
Sivriadada da martı yumurtası toplarlar çilli çilli
Ziba mahallesinde gece yarısı
Sabaha Galata'dan geçer yolları
Maytaba alacakları tutar kahvede
Zararsız bir deliyi
Ula Hasan derler gazeteyi ters tutaysun
Çaktırmadan gazetesini tutuştururlar fakirin
Sonra oturup sessizce ağlarlar

İstanbul deyince aklıma
Sait Faik gelir
Taşında toprağında suyunda
Fakirin fukaranın yanıbaşında
Bir kalem bir bilek bilendikçe bilenir
Kıldan ince kılıçtan keskin
Hep iyiden güzelden yana
Hep kimsesizlerin

İstanbul deyince aklıma
Sait'in son yılları gelir
Hey Allah'ım en güzel çağında Sait'e
Dört beş yıl ömrün kaldı denir
Sait Sait olur da nasıl dayanır
Mavi gözlü çocuk boşverir ölüm haberine
İhtiyar balıkçı pis pis düşünür
Bir zehir yeşilidir açılır
Bir yeşil ki ciğerine işler adamın
Bir yeşil ki kasıp kavurur
Küçük mavi çocuk
İhtiyar balıkçı
Ve dilimize bulaşan zehir yeşili
İstanbul çalkalandıkça bu denizlerde dipdiri
Dilimiz yaşadıkça yaşasın Sait'in şiiri

İstanbul deyince aklıma
Sabiyem gelir
Sabiyem boynundan büyük bir demetle
Sarıyer'den gelir Pendik'ten gelir
Bahar nereden gelirse velhasıl
Sabiyem oradan gelir
Ne delidir ne divane
Aslını ararsan çingenedir
Tepeden tırnağa güneştir
TopraktırAnadır
Analar içinde bir tanedir
Biri sırtında biri memesinde biri karnında
Karnı her daim burnundadır

Canını mendil gibi takar dişine
Yürekten birşeyler katar işine
Bir ucundan girer şehrin ötekinden çıkar
Alçakgönüllüdür Sabiyem
Hem masa satar, hem göbek atar
Ver bir çeyrek güzelim der
Neyse halin o çıksın falin
Canı çıkar Sabiyemin falı çıkmaz
Sonra anlatır dün gece başına gelenleri
Görürüm üryamda bir sarı yılan
Cenabet uğraşır durur benimlen
Uyanır bakarım benim bebeler
Yatağın ucuna kaymış
Ayağımın parmaklarını emer

İstanbul deyince aklıma
Bir basma fabrikası gelir
Duvarları uzun masaları uzun sobaları uzun
Dal gibi dalyan gibi kızlar çalışır bütün gün ayakta
Kanter içinde mahzun
Yüzleri uzun elleri uzun günleri uzun
Fabrikada pencereler tavana yakın
Al topuklu beyaz kızlar dalga geçmeyin
Dışarda ağaçlar dizi dizi
Duvarlar duvarlar uzun duvarlar
Niçin ağaçlardan ayırdınız bizi
Dışarda tarlalar turuncu asfalt mosmor
Dışarda dışarda dışarda
Mevsim gürül gürül akıp gidiyor

Ondokuz yaşında Eyüplü Gülsüm
Dalmış beyaz köpüklü akışına ipeklilerin
Kötü kötü düşünüyor
İpeğin akışına doyum olmaz
Ama gel gör ki ipekli emprimeden oğlana don olmaz
Bir top Amerikan bezi sakız gibi beyaz
Bir top Amerikandan neler çıkmaz
Perdeler yatak çarşafları çoluğa çocuğa çamaşır
Sakız gibi ağarmış bir top Amerikan bezi
Gülsüm'ün gözleri kamaşır
Üçüncü oğlanı doğururken Gülsüm
Bir top Amerikana hasret sizlere ömür
Gülsüm'lerin sürüsüne bereket
Yerine bir Gülsüm'cük bulunur elbet
Gider Gülsüm gelir Gülsüm
Azrail ettiğin bulsun

İstanbul deyince aklıma
Ağzına kadar soğan yüklü bir taka gelir
Sülyen kırmızısı üstüne zehir gibi yeşil
Samsun'dan Sürmene'den Sinop'tan
Yaz demez kış demez mutlaka gelir
Kirli yelkeninde yeni bir yama
Demirinin pası gelir dilime
Nabzımda duyarım motorunun hızını
Canımın içine sokasım gelir
İri kalçaları pullu denizkızını

İstanbul deyince aklıma
Takalar gelirAlçakgönüllü kalender
Ya Peleng-i Deryadır adları ya Şimşir-i Zafer

İstanbul deyince aklıma
Koca Sinan gelir
On parmağı on ulu çınar gibi
Her yandan yükselir
Sonra gecekondular gelir ardısıra
İsli paslı yetim
Ey benim dev memesinde cüceler emziren acayip Memleketim
BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU

İstanbul'dan yeni döndüm.Ayağımın tozuyla bir İSTANBUL şiiri ...İstanbul'u boğazda kanat çırpan martıları olmadan düşünebiliyormusunuz?...Ya da boğazdan geçen gemileri, kayıkları olmadan, hatta kıyıdaki yalıları olmadan...Her birinin istanbulun martısı ,gemisi, yalısını olduğunu düşündüğüm sayısı az, gönlü zengin insanlar... İstanbul kadar ,İstanbul üzerine inanılmaz güzel dizeler, inanılmaz güzel ezgiler yaparak yaşayan ve yaratan güzel insanlar içindir bu yazım ... Yahya Kemal BEYATLIı, Orhan VELİ, Münir Nurettin SELÇUK, Edip AKBAYRAM, Sezen Aksu... Ve niceleri için olsun bu şiir. İstanbul FATİH'i için...İstanbul'un da bizi fethetmesine izin verdiği için ..
KARDELEN
02:25

VAHŞİ SİYAH ATLAR / AVARA

1,HAZİRAN,2007
1:34
VAHŞİ SİYAH ATLAR

NE KADAR BİZ OLMUŞ BU ŞİİR
NE KADAR BİZ...
Avara / Murathan Mungan

Anımsıyor musun?
bir çetemiz vardı: Vahşi Siyah Atlar
ısmarlama serserilikler yaşardık
kimselere bir şey demeden kaçıp gitmeler gibi
sokaklarda sabahlamak, parklarda yatmak
yabancıları mahalleye sokmamak gibi
Ve bir gün gideceğimiz Amerika vardı
herkesin bir Amerika'sı vardı o zamanlar
herkes gece istasyonlarında
kendi Amerika'sını arardı
kısık ışıklı arkadaş odaları
plağın bir yüzünü kaplayan uzun parçalar eşliğinde
kendi rüyalarımıza dalar, dağılırdık
okyanuslar, gemi yolculukları, kanayan ıslıklar
ve dünyanın bütün limanları
önümüzde sessizce uzardı



BİTERDİ PLAK. DİSK BOŞA DÖNERDİ.
DÜŞLERİMİZ ÇARPIP GERİ DÖNEN SULARDI ŞİMDİ
BÖYLE ZAMANLARDA İLK SÖZÜ SÖYLEMEKTEN
KAÇINIRDI HERKES
SONRA BİRİ USULCA KALKAR, HERKESE ÇAY KOYARDI
ANIMSIYOR MUSUN?

Vahşi, siyah atlardık
kentin ışıklı çöllerinde kendi izini arayan
deri ceketlerimize sığdırdığımız düşlerimiz kadar
aşık ve düşmandık
dünya acıtırdı bizi, herşey kanatır, herşey yaralardı
sevişmek çekip çıkarmazdı bizi derinliğimizden
öfkemizi dindirmezdi hiçbir şey
geceleri uyumayan çocuklardık,
otobüs garlarında uzun maceralar umar
apansız yolculuklara çıkardık
uykulu kentlere girerdik gece yarıları
ıssız ağaçlar olurdu yol kenarlarında
gökyüzünde parlak yıldızlar, her yere aynı uzaklıkta
sarhoş bindiğimiz otobüsün penceresinden
sanki bambaşka bir dünyaya bakardık
sonra saklayarak yüzümüzü birbirimizden
yumruklarımızı sıkar, sessizce ağlardık
ışığı açık kalmış pencereler, kepengi örtülü dükkanlara,
yaz bahçelerinden taşan çiçeklere,
adını bile bilmediğimiz bu kente
neye olduğunu bile bilmediğimiz bir hasretle
uzun uzun bakardık
anımsıyor musun?
ahh o gece yolculukları
bir başka kente, bir başka insan olmanın umutları
kaç yol arkadaşı kaldı şimdi geriye
geçliğin ilk acılarını birlikte keşfettiğimiz
kaç yol arkadaşı?
sürüyerek götürdüğümüz dargın beraberlikleri saymazsak
ne kalıyor elimizde?
ölenler
terkedenler,
bir de telefonları, adresleri, kendileri değişenler

vahşi siyah atlardık; yılkıya bırakıldık
içimizden kimse gidemedi Amerika'ya
kendi Amerika'sı da olmadı hiçbirimizin
yağmur aldı
rüzgar aldı
zaman aldı
vahşi siyah atları
herşey o eski rüyada kaldı

çarpıp geri dönen düşlerimizin üstünde
çürümüş cesetleri yüzüyor şimdi vahşi siyah atların
öldükleri sahilleri kendileri de bilmiyorlar
peki, sen anımsıyor musun?
Murathan Mungan

Bir dostum evlendi bu gece...Hep beraber onu evlendirmeye ve mutlu olmaya gittik.Salona girip dans etmeye başladıklarında , benim içimde engel olamadığım, başka bir müzik çalmaya başladı. Ve benim asi yüreğim, yine inatla kendi müzğini çalıyordu.Sahnede tutuk, yorgun Maviş'e ve çevremdeki -yıllardır büyümelerine tanıklık ettiğim- insanlara baktım.Benim büyümemi tetikleyen, son 10 yıllarına an be an tanıklık ettiğim ve son 10 yılımın, gelişimimin, değişimimin, zaman zaman gerileyişimin hatta; geri çekilişimin tanığı insanlar...Baktım ve şaşırdım; yüzlerindeki her ifadenin anlamını çözebiliyor ve yüzlerindeki her kırışıklığın nedenini biliyor ya da tahmin edebiliyordum.Neden sonra kendime geldim... Onlar hangi müzikle dans ediyorlardı bilmiyorum.
Bende MUNGAN' a seslendim onun dizeleriyle:
...
"adını bile bilmediğimiz bu kente
kaç yol arkadaşı kaldı şimdi geriye
gençliğin ilk acılarını birlikte keşfettiğimiz
kaç yol arkadaşı?
sürüyerek götürdüğümüz dargın beraberlikleri saymazsak
ne kalıyor elimizde?
ölenler,
terkedenler,
bir de telefonları, adresleri, kendileri değişenler "
...
Kendileri değişse, dönüşse de bir kaç "vahşi siyah at "ordaydı ;telefonları, adresleri değişmeyen, değişse de haber verenler... Bu da bir şeydir..
Ben yüreğimde yukarıda da yazmış olduğum M.MUNGAN şiiriyle (hiç bir Amerika hayalimiz olmamasına rağmen, büyük ütopyalar peşinde koşmanın iz düşümüyle ) " WHEN YOU SAY NOTHİNG AT AL"parçası eşliğinde "vahşi atlar" olarak dans ettiğimizi hayal ettim.
KARDELEN



18 Temmuz 2008 Cuma

TÜM BABALARA SELAM OLSUN !

16 ,Haziran, 2007
20:59
TÜM BABALARA SELAM OLSUN !

29.05.1995 tarihli "Ogullar baba olunca" adlı yazısında Can Dündar, o zamanIarın Cat Stevens'ı ve simdinin Yusuf Islam'ıyla olan röportajını anlatıyor. Cat Stevens 'ın "Father and Son" şarkısını dinlemediyseniz babalar gününün hatırına dinleyin! Babalar ve çocuklar kendinden bir şeyler bulacak .Can Dündar gibi beni de çok etkilemiştir bu parça... O yüzden tüm babalara ve çocuklara olsun!..
Kardelen

Müş­fik ve babacan bir ses, yuvadan uçma vaktinin geldiğini hisseden oğluna öğüt veriyordu şarkıda... "Daha çok gençsin..." diyordu, "Öğreneceğin çok şey var. Ace­leye gerek yok. Sabırlı ol. Bir kız bul, evlen. Ben de senin gibiydim bir zamanlar. Şimdi yaşlıyım, ama mutluyum. Yarın sen yine burada olacaksın, ama düşle­rin..."
O sırada gençten bir ses olanca hırçınlığıyla bozuyordu şarkının ritmini... Oğul cevap­lıyordu babasını:
"Oldum bittim, hep aynı eski hikaye/
Dillendiğim andan beri/ hep dinlemem emrediliyor/
Ama bir yol var biliyorum/ki artık gitmem gerekiyor..."
( Can Dündar' dan alıntıdır.)

ECE AYHAN'A VE ONUN GİBİ ONLARCASINA DAİR

16 Haziran2007 11:37
ECE AYHAN'A VE ONUN GİBİ ONLARCASINA DAİR

Can DÜNDAR'ın sitesinden aldım bu yazıyı ve çok içimi acıttı. Paylaşmak istedim.Paylaşırsak sanki onları anladığımızı ve ne çok sevdiğimizi anlarlar gibi geldi.
Kardelen

ECE AYHAN'A VE ONUN GİBİ ONLARCASINA DAİR
Milliyet'te Ayça Atikoğlu bir mektup yayınladı geçenlerde... Türk şiirinin "mutsuz ozanı" Ece Ayhan Çanakkale'den bir dostuna göndermiş. Şöyle diyor mektupta:"Bir olumsuzluğa doğru gidiyorum. Çanakkale'den ayrılamam. Acaba Kültür Bakanlığı benim buradaki kiramı her ay ödeyemez mi? Hiç değilse her ay evimin kirasını ödesinler de üç-dört ay sonra sokağa düşmeyeyim".İşte "Yalınayak şiirler"in hüzünlü şairinin yaşamın son durağındaki fotoğrafı... "Velhasıl onlar vurdu / biz büyüdük kardeşim" diyen bir ozanı Çanakkale sokaklarında kimsesiz düşünmek size de ağır gelmiyor mu?Sanat dergileri, ardından ağıt yakmaya hazırlanıyorlardır şimdilerde...Haydar Ergülen, yıllar önce yazmıştı, O'nun ağıt şiirini:"Ece Ayhan kimdi? / Resmi ve ortodoks tarih yazıcılarına göre / mor kapaklı kitaplarda boğulan bir şairdi / münafıktı durmadan tarihi kötüledi / bozguncuydu yasak dilleri severdi / cimriydi kimselere ödünç vermedi şiirini".Sonrası...?Sonrası şiir antolojilerinde duygusal birkaç satır... mutsuz birkaç şiir...O kadar...
* * *
Bu kaçıncı şair, kaçıncı yazar, kaçıncı aydın sokağa terkettiğimiz?..Nazım "Cebimde 75 kuruşum var / havada bahar" diyerek gitmedi mi? "3000 sayfalık 3 cildinin üstünde aç oturan muharrir" kendisi değil miydi?Orhan Veli 1950 Mart'ında Yaprak dergisinde "Ne yardan geçerim, ne serden / Ne denizlerden, ne gökyüzünden" diyordu, "... ama bırakmıyor son gördüğüm / bırakmıyor geçim derdi / Oymuş diyorum, zavallı şairin / görüp göreceği"...Bu şiirden 7-8 ay sonra parasız ve sarhoş bir Ankara gecesinde karanlık bir sokakta belediyenin kazdırdığı bir çukura düştü. 36 yaşında beyin kanamasından öldü. Evine girenler diş fırçasına sarılmış bir kağıtta son şiirinin müsveddesini buldular. Aşklarını sıralıyordu:"Gelelim sonuncuya / Ona bağlandığım kadar / hiçbirine bağlanmadım / sade kadın değil, insan / ne kibarlık budalası / ne malda mülkte gözü var / Eşit olsak der, /hür olsak der / insanları sevmesini de bilir / yaşamayı sevdiği kadar".
* * *
Peki-bunca acıya katlanmanın gerekçesi nedir? Neden acından ölür de şair "kimselere ödünç vermez şiirini"?.. Neden "malda mülkte gözü olmayan kadınlar" arar? Neden hapse düşeceğini bile bile sıralar da en diş geçmez mısraları, sonra karısına "paran varsa eğer / bana fanile bir don al / tuttu bacağımın siyatik ağrısı / ve unutma ki / daima iyi şeyler düşünmeli / bir mahpusun karısı" diye yazar?..Yanıtı, yüzyıllar ötesinden Michalengelo veriyor:"Sanat, yaratma konusunda Tanrı ile rekabet etmektir".Ahmet Altan, geçenlerde bir söyleşisinde aynı bayrağı devralıyor:"Yazıyorum, çünkü tanrı olmak istiyorum" diyor, "ancak yazarlar, öldükten sonra da yaşarlar. Bu yüzden ölümsüzdürler".
* * *
İşte bundandır Ece Ayhan'ın sokağa düşme pahasına "Ne yani çocuklar hiç gülmeyecekler mi" diye ayağa kalkması... Bundandır, Orhan Veli'nin aç kalacağını bile bile "Nazım'ı kurtaralım" kampanyasına katılması... Bundandır Nazım'ın ölüme beş kala Piraye'ye şiirden vasiyetler düzmesi:"Hangimiz ilk önce / nasıl / ve nerde ölürsek ölelim / seninle biz / birbirimizi / ve insanların en büyük davasını sevebildik / -dövüştük onun uğruna- / 'yaşadık' / diyebiliriz".O yüzden Nazım hala yaşıyor... Orhan Veli de...Ece Ayhan da yaşayacak.Çünkü yazılar susmaz... Yazarlar sussa bile...


CAN DÜNDAR