29 Ocak 2009 Perşembe

BİR GÜZEL ŞEHİR İZMİR


7.aralık.2008 ,izmir
Deniz olan şehirler bana hep bir fettan, deniz olan şehirlerde yaşayan insanlar hep daha duyarlı gelmiştir. GEMİLER ,KAYIKLAR VE DENİZ HEP BİR HÜZÜNLÜ... Hüzünlü ama güzeldirler.
Bir kış günü atmışız kendimizi bir gece vakti Alsancak Kordonboyu'na...



7.aralık.2008 ,izmir

7.aralık.2008 ,izmir
Zaman akıp gidiyor .Ömür geçiyor ... yıllardır zamana tanıklık ediyor bu saat kulesi.NE SAVAŞLAR NE BARIŞLAR..En büyük savaş da kendimizin zamanla olan savaşı...Cep telefonları girmeden önce hayatımıza ,kimbilir kaç kişi bu saat kulesinin önünü buluşma noktası olarak seçti?Düşünmeden edemedim.



7.aralık.2008 ,izmir

25 Ocak 2009 Pazar

ANIYORUZ...

Çok yağmur yağıyor... Çisil çisil güzel güzel.Hüzünlü...Uğur Mumcu, 19 sene önce ATATÜRK'Ü anmış. Bugün içinde yaşadığımız siyasi ve sosyal ortamı görürcesine.Ne diyeyim okuyun benim hissettiklerimi hisedecek siz de üzülecek misiniz?



GÖZLEM
Uğur Mumcu

ANIYORUZ...
Tarih: 10.11.2008 18:21:17

Bugün, gün 10 Kasım. Ulusal Kurtuluş Savaşımızın ve devrimlerin önderi Atatürk’ü, bu ölüm yıldönümünde her gün artan saygılarla anıyoruz.

Bu yıldönümünde de bu ulusal kurtuluşçu ve devrimci, basmakalıp beylik sözler ve yapay bağlılık söylevleri ile anılacak. şu sözleri ne TRT’de duyulacak, ne bu sözler söylevlerde yer alacak:

¨Efendiler! Biz bu hakkımızı korumak, bağımsızlığımızı güven altında bulundurabilmek için hepimiz, bütün ulusça, bizleri yok etmek isteyen emperyalizme ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı ulusal topluluğumuzla savaşmayı seçen bir öğretiyi izleyen insanlarız. (1 Aralık 1921, Söylev ve Demeçler-1, s. 198).

¨Efendiler! Yaşamın felsefesi, tarihin garip oluşumu şudur ki, her iyi, her güzel, her yararlı şey karşısında onu yok edecek bir güç belirir. Bizim dilimizde buna yobazlık denir. İyi bir şey yaptınız mı, biliniz ki bunu yok etmek için karşınıza ters bir görüş, gerici bir güç çıkacaktır. Onun içindir ki yapmadan önce o kara gücün yok edilmesi önlemini de almış olmak gerekir. (Arı İnan, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923 Eskişehir-İzmit Konuşmaları, s. 109).

¨Yüzyıllardan beri boyun eğmeye alıştığımız bir yönetim biçiminin dışına çıkarak dünyada benzeri olmayan bir devlet kurduk. Ama bu yenileşmenin kesinlikle ters yönden bir davranışı gerektireceğini aklımızdan çıkartmamak gerekir.Bu davranışa özel deyimiyle “irtica” derler. Yaptığımız işler ve aldığımız sonuçlara göre bu gibi gerilikler her zaman beklenebilir. (22 Ocak 1923, Söylev ve Demeçler-2, s. 68-69).

¨Efendiler! Yeryüzünde 300 milyonu aşkın İslam vardır. Bunlar, ana, baba, hoca eğitimleri ile eğitilmekte, ahlaklanmaktadırlar. Ama ne yazık ki, gerçek olan şudur ki, bütün bu milyonlarca insan yığınları, şunun bunun tutsaklık ve aşağılatıcı zincirleri altındadır. Aldıkları manevi eğitim ve ahlak onlara bu tutsaklık zincirini kırabilecek insanlık seçkinliğini verememiştir, veremiyor. Çünkü hedef ulusal değildir. (22 Eylül 1924. Söylev ve Demeçler 2, s. 198)

¨Uygar ve uluslararası kıyafet, bizim için çok cevherli, ulusumuza yakışır bir kıyafettir, onu giyeceğiz! (...) Yunan başlığı olan fesi giymek caiz olur da şapka giymek neden olmaz? Ve yine onlara ve bütün ulusa anımsatmak isterim ki, Bizans papazlarının ve Yahudi hahamlarının özel giysileri olan cübbeyi ne zaman ve nasıl giydiler? (28 Ağustos 1925; Söylev ve Demeçler 2, s. 210-211)

"Kimi yerde kadınlar görüyorum ki, başına bir bez ya da peştemal ve buna benzer bir şeyler atarak, yüzünü gözünü gizler ve yanından geçen erkeklere karşı ya arkasını çevirir ya da bir yere oturarak yumulur. Bu davranışın anlamı nedir? Efendiler! Uygar bir ulus anası, ulus kızı bu garip şekle, bu vahşi görünüşe girer mi? Bu hal ulusu çok gülünç gösteren bir görünümdür. Hemen düzeltilmesi gereklidir." (30 Ağustos 1925, Söylev ve Demeçler 2, s. 217)

"Efendiler! Ve ulus! İyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar ülkesi olamaz. En doğru yol, en gerçek tarikat, uygarlık yoludur. Uygarlığın buyruk ve isteğini yapmak insan olmak için yeterlidir". (30 Ağustos 1925. Söylev ve Demeçler 2, s. 215).

"Unutmamak gerekir ki, ulusun egemenliğini bir kişide ya da belirli kişilerin elinde bulundurmakta yarar bekleyen bilgisiz ve aymaz insanlar vardır. Hükümdarlar, kendilerini kuruntudan doğan bir gücün temsilcisi sanırlar ve bundan hoşlanırlar. Onların çevresindeki çıkarcılar bunu din giysilerine büründürerek bütün ulusu aldatmaya, kandırmaya çalışırlar. Nitekim şimdiye kadar çalışmışlardır. En sonunda ulusun kulağı bu nağmelere dolar ve telkinlerin din gereği ve gerçeğin özü olduğunu sanır. Bu gibilere gerici ve davranışlarına da gericilik denir... (...) Kesinlikle ve korkmadan söylerim ki, ulusal egemenliğimizin her zerresini şu ya da bu yolla kayıtlamak isteyenler en koyu gericilerdir ."(31 Ocak 1923, Söylev ve Demeçler 2, s: 88)

Dinsel gericilik bugün devletin resmi siyaseti olmuştur. Atatürk'ün bu sözleri bunun için anımsanmaz, bu sözleri okullarda ve TRT'de bunun için dillere alınmaz.
Atatürk'ün bu sözlerini birer inanç ve direnç kaynağı olarak yüreklerimizde taşıyoruz!

Uğur Mumcu

(Cumhuriyet, 10 Kasım 1990)

Uğur Mumcu, um:ag Yayınları, Bütün Yazıları Dizisi 35, Petrol Bekçisi

UNUTMADIM!

Her 24 OCAK'da içim sızlar... 'UĞUR 'SUZDUR.Bu ülkede yaşıyor olmanın gururunu yaşamadığım gündür...Kara kapkara gündür...Ve ülkemde düşüncesi olanların vücütlarının olmamasının istendiğini ,hep iyilerin kazanmadığını anladığım gündür.Çocuk oluşumu bitirip -kime göstereceğimi bilemediğim- bir öfke ve nefret duygusuyla tanıştığım gündür.Kocaman bir hüzündür.
KARDELEN

Sesleniş / Uğur Mumcu

Dağ gibi karayağız birer delikanlıydık. Babamız sırtında yük taşıyarak getirirdi aşımızı, ekmeğimizi.
Arabalar şırıl şırıl ışıklarıyla caddelerden geçerken bizler bir mumun ışığında bitirirdik kitaplarımızı. Kendimiz gibi yaşayan binlerce yoksulun yüreğini, yüreğimizde yaşayarak katıldık o büyük kavgaya. Ecelsiz öldürüldük. dövüldük, vurulduk, asıldık.

Vurulduk ey halkım, unutma bizi...

Yoksulluğun bükemediği bileklerimize çelik kelepçeler takıldı. İşkence hücrelerinde sabahladık kaç kez. İsteseydik, diplomalarımızı, mor binlikler getiren birer senet gibi kullanırdık. mimardık, mühendistik, doktorduk, avukattık. yazlık kışlık katlarımız, arabalarımız olurdu. Yüreğimiz, işçiyle birlikte attı. Yaşamımızın en güzel yıllarını, birer taze çiçek gibi verdik topluma. Bizleri yok etmek istediler hep. Öldürüldük ey halkım unutma bizi...

Fidan gibi genç kızlardık. Hayat, şakırdayan bir şelale gibi akardı göz bebeklerimizden. Yirmi yaşında, yirmi bir yaşında, yirmi iki yaşında, işkencecilerin acımasız ellerine terk edildik. Direndik küçük yüreğimizle, direndik genç kızlık gururumuzla. tükürülesi suratlarına karşı bahar çiçekleri gibi taptaze inançlarımızı fırlattık boş birer eldiven gibi. Utanmadılar insanlıklarından, utanmadılar erkekliklerinden. Hücrelere atıldık ey halkım, unutma bizi...

Ölümcül hastaydık. Bağırsaklarımız düğümlenmişti. Hipokrat yemini etmiş doktor kimlikli işkencecilerin elinde öldürüldük acımaksızın. Gelinliklerimizin ütüsü bozulmamıştı daha. Cezaevlerine kilitlenmiş kocalarımızın taptaze duygularına, birer mezar taşı gibi savrulduk. Vicdan sustu. Hukuk sustu, insanlık sustu.

Göz göre göre öldürüldük ey halkım, unutma bizi...

Kanserdik. Ölüm, her gün bir sinsi yılan gibi dolaşıyordu derilerimizde. Uydurma davalarla kapattılar hücrelere. Hastaydık. yurtdışına gitseydik kurtulurduk belki. Bir buçuk yaşındaki kızlarımızı öksüz bırakmazdık. Önce kolumuzu, omuz başından keserek yurtseverlik borcumuzun diyeti olarak fırlattık önlerine. sonra da otuz iki yaşında bırakıp gittik bu dünyayı, ecelsiz.

Öldürüldük ey halkım, unutma bizi...

Giresun'daki köylüler, sizin için öldük. Ege'deki tütün işçileri, sizin için öldük. Doğudaki topraksız köylüler, sizin için öldük. İstanbul'daki, Ankara'daki işçiler sizin için öldük. Adana’da, paramparça elleriyle, ak pamuk toplayan işçiler, sizin için öldük.

Vurulduk, asıldık, öldürüldük ey halkım, unutma bizi...

Bağımsızlık, Mustafa Kemal'den armağandı bize. Emperyalizmin ahtapot kollarına teslim edilen ülkemizin bağımsızlığı için kan döktük sokaklara. mezar taşlarımıza basa basa, devleti yönetenler, gizli emirlerle başlarımızı ezmek, kanlarımızı emmek istediler. Amerikan üsleri kaldırılsın dedik, sokak ortasında sorgusuz sualsiz vurdular.

Yirmi iki yaşlarındaydık öldürüldüğümüzde ey halkım, unutma bizi...

Yabancı petrol şirketlerine karşı devletimizi savunduk; komunist dediler. Ülkemiz bağımsız değil dedik; kelepçeyle geldiler üstümüze. Kurtuluş Savaşında emperyalizme karşı dalgalandırdığımız bayrağımızı daha dik tutabilmekti bütün çabamız. bir kez dinlemediler bizi. Bir kez anlamak istemediler.

Vurulduk ey halkım unutma bizi...

Henüz çocukluğumuzu bile yaşamamıştık. Bir kadın eli değmemişti ellerimiz. bir sevgiliden mektup bile almamıştık daha. bir gece sabaha karşı, pranga vurulmuş ellerimiz ve ayaklarımızla çıkarıldık idam sehpalarına. herkes tanıktır ki korkmadık. İçimiz titremedi hiç. Mezar toprağı gibi taptaze, mezar taşı gibi dimdik boynumuzu uzattık yağlı kementlere.

Asıldık ey halkım, unutma bizi...

Bizi öldürenler , bizi asanlar, bizi sokak ortasında vuranlar, ağabeyimiz, babamız yaşlarındaydılar. ya bu düzenin kirli çarklarına ortak olmuşlardı ya da susmuşlardı bütün olup bitenlere. öfkelerini bir gün bile karşısındakilere bağırmamış insanların gözleri önünde öldürüldük. Hukuk adına, özgürlük adına, demokrasi adına, batı uygarlığı adına, bizleri, bir şafak vakti ipe çektiler.

Korkmadan öldük ey halkım, unutma bizi...

Bir gün mezarlarımızda güller açacak ey halkım, unutma bizi...Bir gün sesimiz, hepinizin kulaklarında yankılanacak ey halkım, unutma bizi.

Özgürlüğe adanmış bir top çiçek gibiyiz şimdi., hep birlikteyiz ey halkım, unutma bizi,
unutma bizi,
unutma bizi...



Sesleniş, Uğur Mumcu (Düzyazı - Tam)
Kaynak: Cumhuriyet Gazetesi,25/08/1975


HİÇ UNUTMADIM SENİ...

O zaman seni niçin ve kimin öldürdüğünü çok iyi anlayamıştım.Ancak aileden birini kaybetmiş hissine kapılmıştım.Günlerce annemin babamın yüzünün gülmediğini mahallemdeki pek çok büyüğün seni UĞUR"LAMAYA geldiklerini ve çok ama çok yağmurun yağdığını hatırlıyorum. "Neden"diye sordum.İnsan hiç tanımadığı birini yazı yazdı diye öldürür mü? dedim."Sakıncalı Piyade" dediler"...

KARDELEN


23 Ocak 2009 Cuma

ROMANTİZM ve KUTLAMA


KİM DEMİŞ ROMANTİZM ÖLDÜ DİYE!... BEN VARKEN...
HERKESİN BİR "İZM"İ VAR BENİMKİSİ DE BU GECE ROMANTİZM...
Ben varken böyle bir şey mümkün mü?Yorgunum beni bu limanda bekleme kaptan demek istiyorum.Cem karaca tavrıyla ve Nazım diliyle ...
Yorgun ve hiç uyunmamış bir günün ertesi... ne ister insan? Ben bu gün güzel bir vişne şarabı, güzel müzikler,meyve ve çerez bir de fonda şehrime yağmur yağsın istedim. 'Şarap'ım ,'yağmur'um, gece'm bir de hüznüm....daha ne isterim ...
BUNUN ADI TATİL KUTLAMASIDIR.
Ve ta ta tam oldu valla....

21 Ocak 2009 Çarşamba

BAKIŞ AÇISI

BAKIŞ AÇISI

Dönem dönem bazı çevrelerce yerden yere vurulan ,bazı insanlarca insan oluşu unutulan O güzel insanla ilgili bir dostum bir yazı göndermiş.Yazı beni öyle çok düşündürdü ki…Biz ne kadar kusursuzuz.Yok mu hiç insani zaaflarımız?...doğrular ,dogmalar ve kurtulamadığımız ön yargılarımız. Bir kere daha ,nereden ve nasıl baktığımıza bağlı olarak, gölgenin ve ışığın sürekli değiştiğini fark ettim. Doğru yerden ve çok yönlü bakmak bu mudur?...Peki neden öyleyse bu akbabalığımız .Neden?...

KARDELEN

AŞAĞIDAKİ YAZIYI BİR ORTAOKUL ÖĞRENCİSİ, OKULUNUN DUVAR GAZETESİNE
YAZMIŞ.BANA MAİL YOLUYLA GELDİ KİMİN YAZDIĞINI BİLMİYORUM ANCAK PAYLAŞMAK İSTEDİM.İNANILMAZ GUZEL VE FARKLI BİR BAKIŞ AÇISI
İYİ DE YAPMIŞ. Bu ülkede yasayan her insanin bağımsızlığını ve demokrasisini
borçlu olduğu
insan:

ATATÜRK...

Gençliğinde kot pantolon giyememiş.

Sevgilisinin elinden tutup
hasılat rekorları kiran bir sinema filmine gidememiş...
Padişah ona Trablusgarp Cephesi'nde görev verdiğinde, lüks uçak
şirketinin,
first class koltuğunda viskisini yudumlayarak görev yerine gidememiş...

Halkına bağımsızlık fikrini anlatabilmek için kortej
esliğinde
Mercedes'lerle gezememiş Anadolu'yu...
Kurtuluş hareketini başlatmak için 19 Mayıs'ta Samsun'a ayak basan
ayağında
spor ayakkabısı ya da kovboy çizmesi yokmuş...
Kazandığı her savaştan sonra savaş sahasına fırlayıp moral veren
mini etekli
ponpon kızlar da yokmuş...
Tarih kitaplarına bakılırsa, Yunanlıları İzmir'den denize
döktükten sonra
timsah yürüyüşü de yapmamışlar...
Ülkesinde yapacağı devrimleri, unutmamak için not
alacağı bir
cep bilgisayarı olmadığı gibi, kendisine suikast girişiminde
bulunacakları
da cep telefonundan öğrenememiş!
Atatürk için üzülüyorum. Dağ gibi adam, bir radyo programına faks
çekemeden,
İsmet Pasa için Safiye Ayla'dan bir istek parçası isteyemeden
gitti ..

Lozan Zaferi'nden sonra veya Cumhuriyet'in ilanından sonra
arabaya atlayıp
sabahlara kadar korna çalıp, elinde bayraklarla sokaklarda tur
atamadı.

Evinin balkonuna çıkıp, bir şarjör mermiyi havaya sıkamadı.
Atatürk'e acıyorum...

Sen kalk, dört kadınla evlenebileceğin bir
dönemde dünyaya gel,

sonra değerini bilmeyip tek kadınla evlilik sistemini
getir. Aaaah ah...
Çılgın diskolara gitmek, sabahlara kadar içip, içip rock yapmak,
babasının mersedesini alıp söyle bir Emirgan turu çekmek dururken...
Bunları yapmadı Atatürk...

Keyif çatmadı...
Tüm hayatini ülkesinin kurtuluşuna ve uygarlaşmasına harcadı...

ISTE ONUN IÇIN BÜYÜK ADAMDI ATATÜRK HER FIRSAT ELINDE VARDI. O ISE
SADECE
BU MILLETIN BAGIMSIZLIGINI ISTEDI.

BÜTÜN SUÇU

2 KADEH RAKI IÇMEKTI
O KADAR.....

20 Ocak 2009 Salı

KUVAYI MİLLİYE NEDİR?



24 OCAK YAKLAŞIRKEN....
Uğurlar olsun! hem bir vedalaşma sözüdür. Hem de güzel şeyler olsun, ışıltılı şeyler olsun diye, kullanılır bizde. Ama benim hayatımda bir sızı, bir hüzün bir ağıttır... O yüzden yürek dolusu "Uğur"lar olsun! bu ülkede demek istiyorum. Uğur'lar olsun ki; uğursuzlar uzak dursun ,aşımızdan, işimizden, canımızdan...
KARDELEN 20,OCAK,2009 22:45



Kuvvayı Milliye nedir? Bugün ne anlama gelmektedir?

"Kuvvayı Milliye", ilk kez, Kurtuluş Savaşında görev alan milis güçleri anlamında kullanılmıştır. "Kuvva" Arap dilinde "güç" demektir. "Kuvvayı Milliye" de ulusal güçler anlamına gelmektedir.

"Kuvvayı Milliye", işgal altındaki bir ülkede halk tarafından oluşturulmuş direniş örgütleridir; bu özellikleri ile bir sivil örgütlenme modelidir. "Kuvvayı Milliye", sonradan ulusal Kurtuluş Savaşına katılan herkesi kapsayan bir kavram olarak kullanılmıştır.
KUVVAYI MİLLİYE NEDİR?

Bugün "Kuvvayı Milliye" denilince akla askerler, ordu, ihtilaller ve cuntacılık gibi kavramlar geliyor. Ne kadar yanlış! Kuvvayı Milliye, o tarihte, işgalci emperyalist ordularına karşı savaşan, Türkü, Kürdü, Lazı, Çerkezi, Arabı ile bütün etnik grupları kapsıyordu.

Örneğin doğu ve güneydoğuda Cibranlı Halit Bey, Hesananlı Halit Bey, Mutki Aşireti Reisi Musa gibi Kürt liderleri, Hormek ve Lolan Aşiretleri gibi Alevi aşiretleri; batıda Yörük Ali Efe, Demirci Mehmet Efe gibi Türkler; Çerkez Etem, ağabeyleri Reşit ve Tevfik Beyler de Kuvvayı milliye olarak savaşa katılıyorlardı.

"Kuvvayı Milliye Ruhu" da işte bu demekti. 19 Mayıs 1919 günü Samsun'a çıkan Mustafa Kemal, bütün bu grupları ve örgütleri aynı amaç çevresinde birleştirmişti.

"Kemalist" kavramı da tam bu sırada ortaya atıldı. "Kemalist" o günlerde, İngiliz istihbarat örgütü gizli yazışmalarıyla Amerikan basınında milliyetçi, Bolşevik ve isyancı anlamlarında kullanılıyordu. Bu açıdan, emperyalist ordularına karşı anayurtlarını koruyan herkes, Türk, Kürt, Çerkez, Arap, hepsi de "Kemalist" sayılıyordu.

Mustafa Kemal ve arkadaşlarının amaçları bağımsız bir cumhuriyet kurmaktı. Bağımsızlık iki bakımdan önemliydi. Emperyalist batılı ordulara karşı verilen savaş sonrasında kurulacak devlet, batı dünyasına karşı bağımsız olacaktı. Kurtuluş Savaşında Mustafa Kemal'e ve Ankara hükümetine her türlü yardım ve desteği sağlayan Sovyetler Birliği'ne karşı da bağımsız bir siyaset izlenecekti. Bu bağımsızlık da onurlu ve ulusal bir devlet olmanın koşuluydu.

Bugün, kendilerini "ırkçı ve Turancı" sayan birçok insan ünlü Enver Paşayı bu ülkünün lideri olarak selamlar. Enver Paşa, bir serüven adamıdır. Birinci Dünya Savaşında siyasal yazgısını, Talat ve Cemal Paşalar ile birlikte Alman işbirlikçiliğine bağlayan Enver Paşa, 1920 yılı Ağustos ayında Sovyet lideri Lenin'in isteği doğrultusunda Bakü'de toplanan kongreye katılır. Eylül ayında da komünist eğilimli "Halk Şûralar Fırkası"nı kurarak şansını bu kez de "Sovyet İşbirlikçiliği"nde dener. Mustafa Kemal, Sakarya Savaşında yenilse, Enver Paşa, Lenin'in sağlayacağı destekle Müslüman askerlerden oluşan bir Kızılordunun başına geçerek Anadolu'ya geçecektir.

Böyle olsaydı Türkiye, bugün bağımsızlığına kavuşan eski Sovyet cumhuriyetlerinden biri olacaktı! Ya da Türkiye bugün Yunan işgalinde kalacak, Mustafa Kemal'e karşı çıkan dinsel çevreler -tıpkı Batı Trakya'daki Türkler gibi- cuma namazlarını Yunan ordusunun kuşattığı camilerde kılmak zorunda kalacaklardı!

Bugün dünyada yaşanan dinsel ve etnik kökenli kargaşalar, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının ne kadar haklı olduklarını ortaya koyuyor.

Bugün "Kuvvayı Milliyeci" olmak; halkı sivil örgütler ve partiler eliyle örgütlemek ve bütün etnik gruplar arasında ayrım gözetmeksizin aynı yurdun insanları olduğumuz bilincini yerleştirmek ve bu ortak bilinç ile çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak demektir.

19 Mayıs, ulusal kurtuluşçuluğun, bağımsızlığın, devrimciliğin ve çağdaşlığın ilk adımlarının atıldığı bir "Kuvvayı Milliye günü"dür. Hepimize kutlu olsun!

UĞUR MUMCU
Cumhuriyet Gazetesi, 19 Mayıs 1992

HAYAT BU!

BİR DOSTUM'DAN GELEN OLDUKÇA İLGİNÇ BULDUĞUM MAİLİ PAYLAŞMAK İSTEDİM.

YIL 1910.. FRANSIZLAR YENİ BULUŞLARI OLAN UÇAĞI TANITMAK

> İÇİN TÜM ULUSLARDAN KATILIMCILARI DAVET EDERLER... HERKES

> BÖYLE BİR İCATIN GERÇEKLEŞMİŞ OLMASI

> NEDENİYLE ŞAŞKIN VE MERAKLIDIR.. .DÖNEMİN OSMANLI

> HÜKÜMETİNE DE KATILIMCI İÇİN HABER GÖNDERİLMİŞ...

> HÜKÜMET İCATLARA OLDUKÇA MERAKLI OLAN ALİ RIZA PAŞA YI

> GÖNDERELİM O MERAKLIDIR DEMİŞLER...VE DERHAL SARAYA

> ÇAĞIRMIŞLAR...KENDİSİNE FRANSIZLARIN BULUŞUNDAN

> BAHSETMİŞLER VE OSMANLI YI TEMSİLEN GİTMESİNİ

> İSTEMİŞLER...ALİ RIZA PAŞA BUNU BİZ YAPMALIYDIK

> DEMİŞ İÇİNDEN HAYIFLANARAK. .. YALNIZ DEMİŞLER PAŞA

> YA DAVET 2 KİŞİLİK YANINA 1 KİŞİ DAHA AL ONU DA SEN

> BELİRLE DEMİŞLER... ALİ RIZA PAŞA BİRAZ DÜŞÜNMÜŞ

> VE BİR DELİKANLI VAR ONU GÖTÜREYİM DEMİŞ...NEYSE ALİ

> RIZA PAŞA VE DELİKANLI PARİS'İN YOLUNU

> TUTMUŞLAR...PARİS'TE OTELE YERLEŞMİŞLER... VE

> BULUŞUN GÖSTERİLECEĞİ GÜN KALABALIK MEYDAN VE PİST

> HERKES MERAKLA BEKLİYOR..DERKEN PİLOT

> HAZIRLIKLARINI YAPIYOR...ÜSTÜNE MONT GİYİYOR BİR DE

> GÖZLÜK TAKIYOR...UÇAK HAVALANIYOR. PARENDELER TAKLALAR

> MANEVRALAR MÜTHİŞ BİR GÖSTERİ... PİSTE İNİYOR...

> ALKIŞLAR ARASINDA İNİYOR UÇAKTAN..HERKES KISKANÇ AMA

> ŞAŞKIN ....BİR YETKİLİ BİR GÖNÜLLÜ

> İSTİYOR..PİLOTUN ARKASINDA ONA EŞLİK EDEBİLECEK

> CESARETİ OLAN.. BİZİM DELİKANLI ATILIYOR.. BEN

> BEN...TAMAM, DENİYOR VE DELİKANLIYA GÖZLÜK VE MONT

> VERİLİYOR...DELİKANLI MONTU GİYİYOR GÖZLÜĞÜ

> TAKIYOR.. KALABALIKTAN SIYRILMAK ÜZERE İKEN ALİ RIZA

> PAŞA KOLUNDAN TUTUYOR..BOŞVER SEN BİNME BIRAK BAŞKASI

> BİNSİN DİYOR...NEDEN DİYE SORUYOR DELİKANLI BİRŞEY

> Mİ HİSSETTİNİZ.. YOK, SEN YİNE DE BİNME EVLAT

> DİYOR...DERKEN BAŞKASI BİNİYOR UÇAĞA..UÇAK HAVALANIYOR

> DELİKANLI ÖFKELİ PAŞAYA ... PARANDELER.. MANEVRALAR.

> .DERKEN UÇAK ALEV TOPUNA DÖNÜYOR VE PİSTE ÇAKILIYOR..2

> ÖLÜ... DELİKANLI PAŞAYA BAKIYOR HAYRETLER İÇİNDE...

> PAŞA MAĞRUR VE MUTLU BİR İNSANI KURTARDIĞI

> İÇİN...AMA BİR BAŞKASI ÖLMÜŞTÜ....AMA KURTARDIĞI

> BİR İNSAN DEĞİLDİ.... BİR ULUSTU... ÇÜNKÜ DELİKANLI

> MUSTAFA KEMAL ATATÜRK' TÜ....

*SUNAY AKIN' DAN*

14 Ocak 2009 Çarşamba

70'ler

70'lerdeymişik...Çılgınmışık...

Dünya hallerinden sıkıldık bir kaç dakikalığına olsa bile başka bir zaman ve mekandayız.Hadi ama masuscuktan masal masal matildas...Sonra dal gibi delikanlı kızlar ve oğullarmışık ve Gloria 'nın konserinde bağırıyor, "I will survive "söylüyormuşuz.Bir arkadaşım biri beni incittiğinde dinleyip giyinip kuşanıp çıkıyorum bir havalar bir havalar bir öz güven bir özgüven demişti. Çok gülmüştüm Ama hiç haksızsayılmaz.Denemesi bedava hemen özelim güzelim, ezerim pozlarına girermiş insan.Ben bunu neden daha keşfetmedim diye hayıflanıyorum şimdi.haydi dinleyelim.Cesur erkeklere cesur kızlara benden olsun bu şarkı...

kardelen

Gloria Gayor



Sözlere dikkat bir intikam bir intikam yaa öyle olmaz böyle olur durumları....hayat bu!...nalına da mıhına da..

I WİLL SURVİVE

Şarkı sözü çevirisi:

At first I was afraid, I was petrified,
Başlarda korkmuştum, şok olmuştum
I kept thinkin? I could never live without you by my side
Sen yanımda olmadan asla yaşayamam diye düşünüp durdum
But then I spent so many nights
Ama sonra o kadar çok gece geçirdim ki
Just thinkin? how you`ve done me wrong
Bana nasıl yanlış yaptığını düşünerek
And I grew strong
Ve güçlendim giderek
And I learned how to get along
Ve nasıl başa çıkacağımı öğrendim
And so you`re back, from outer space
Ve şimdi geri döndün, çok uzaklardan
I just walked in to find you here
Sadece geldim seni burada bulmak için
Without that look upon your face
Yüzünde o bakış olmadan
I should?ve changed that fucking lock
O lanet şansımı değiştirmeliydim
I should?ve made you leave your key
Sana anahtarını bıraktırmalıydım
If I had known for just one second you'd
be back to bother me
Eğer bir saniyeliğine beni rahatsız etmek
için geri döneceğini bilmiş olsaydım

[ Oh now go, walk out the door
Oh git şimdi, kapıdan dışarı çık
Just turn around now
Arkanı dön şimdi
You're not welcome anymore,
İstenmiyorsun artık
Weren?t you the one who tried to break me with desire
Sen değil miydin beni arzuyla kırmaya çalışan
Did you think I'd crumble
Harab olacağımı mı sandın?
Did you think I'd lay down and die
Yere serilip öleceğimi mi sandın? ]
Nakarat :
[ Oh not I, I will survive
Oh ben değil, ben yaşayacağım
Yeah, as long as I know how to love
Evet, sevmeyi bildiğim müddetçe
I know I'll be alive,
Biliyorum ki hayatta kalacağım
I've got all my life to live
Tüm yaşamım var yaşanacak
I've got all my love to give
Tüm sevgim var sunulacak
I'll survive, I will survive
Yaşayacağım, yaşayacağım ]
Hey, Hey!
It took all the strength I had just not to fall apart
Sahip olduğum tüm gücü harcadım, dağılmamak için
I`m trying hard to mend the pieces of my broken heart
Parçalarını onarmak için çok çabalıyorum, kırık kalbimin
And I spent oh so many nights
Ve oh o kadar çok gece geçirdim ki
Just feelin` sorry for myself, I used to cry
Kendim için üzülerek, o zamanlar ağlardım
But now I hold my head up high
Ama şimdi başımı havaya kaldırdım
And you see me, with somebody new
Şimdi beni görüyorsun, başka biriyle
I?m not that chained up little person still in love with you
Ben sana hala aşık olan o zincirlenmiş küçük kişi değilim
And so you felt you just drop by
Ve canın uğramak istedi
And just expect me to be free
Ve umdun benim müsait olmamı
But now I'm saving all my loving for someone who's loving me
Ama şimdi beni sevecek biri için saklıyorum aşkımı

Nakarat
Hey hey!




Bu da dinleyip de bıkmadığım ve en nihayetinde uzun arama ve taramalarım sonucu bulduğum şarkı .Doping olsun bize.

Bu parça dinlenir.Hatta çalınır oynanır, çalınır oynanır .


Vaya Condios,Nah Neh Nah


GAZZE'DEKİ GUERNİCA

Çok üzgünüm çok sadece bunu diyebilirim.Üzgünüm yitenler için ...üzgünüm bitenler için...

GUERNİCA

Yıl 1937, İspanya Francisco Franco başta ve kanlı bir iç savaş devam etmekte. Franco İspanya'nın kuzeyinde Hitler'e hava kuvvetlerinin yeni silahlarını bu bölgede bulunan, Guernica isimli köy üzerinde deneme izni veriyor. O güne kadar görülmemiş şiddette olan bombalama sonrası Guernico yerle bir oluyor. O sıralar Paris'de yaşayan İspanyol sanatçı Picasso bu kanlı bombalamayı anıt boyutunda bir tuvale yukardaki gibi resmediyor. Sanatçının resimde kullandığı semboller uluslar arası. Böylece tüm dünyada olan savaşların dili oluyor bu tablo adeta. Ortada sırtında mızrak olan at, insaniyetin kaba kuvvet karşısında pes edişini sembolize ediyor. Boğanın yanında belli belirsiz gözüken güvercin barışı temsil ediyor ama olanlara ağlamaktan başka yapabileceği bir şey yok. Atın yanına düşmüş sürücünün kırılmış kılıcı yenilgiyi sembolize ediyor. Tabloyu bir gecede yapan Picasso bir sergisi sırasında ''Bu tabloyu siz mi yaptınız'' diyen bir genarele '' Hayır, siz yaptınız'' demişdir.

İspanya İç Savaşı, 17 Temmuz 1936 - 1 Nisan 1939 tarihlerinde İspanya'da milliyetçiler ile cumhuriyetçiler arasıda gerçekleşmiş iç savaştır. Savaş, 17 Temmuz 1936'da General Francisco Franco'nun komutasındaki milliyetçi güçlerin seçimle işbaşına gelen Cumhuriyetçi "Halk Cephesi" koalisyonuna karşı ayaklanmasıyla başlamıştır. Üç yıl süren ve İspanya'da büyük yıkıma yol açan iç savaş, 1 Nisan 1939'da milliyetçilerin zaferi ile sonlanmıştır. Savaşın sonucunda İspanya'da Franco'nun, 1975'deki ölümüne kadar sürecek olan, diktatörlüğü dönemi başlamıştır.

Hitler ve Mussolini isyanın başlamasından hemen sonra Franco'nun emrine birer uçak filosu göndererek 13,500 kişiyi Fas'tan İspanya'ya taşıdılar. Müteakip günlerde de 200,000'i geçen Alman, İtalyan ve Arap askeri bölgeye sevk edildi. Bunun karşısında Cumhuriyetçiler, SSCB'nin desteği ve muhtelif ülkelerden gelen gönüllülerin desteğini aldılar. Bu savaşta Alman Kondor Lejyonu hava taktiklerini ve teorilerini denemek fırsatı buldu. Bunlar içinde en önemlisi 27 Nisan 1937 yılında Guernica'nın yoğun hava bombardımanı ile yokedilmesiydi."tr.wikipedia.org/wiki/Guernica"

1937 nisanında, ispanya’daki faşist yönetim şirin bir bask kasabası olan guernica’ya bombalar yağdırır. ispanya iç savaşının en acılı sahnelerinden birisidir bu ve binlerce sivil insanın ölümüyle sonuçlanır. picasso’nun eşsiz guernica tablosu işte bu olayın ölümsüzleştirilmesidir. tablo içinde bir sürü gizli imge barındırır. c.g.jung, picasso’nun resimlerinin içine gizlediği bu imgelerin birer yeraltı karakterleri olduğunu vurgular. guernica tablosu, bütünü ve içine gizlenmiş imgeleriyle ölümün acımasızlığıyla başa çıkmak için gizemli bir güç kaynağı oluşturur."http://sozluk.sourtimes.org"

FEDERICO GARCIA LORCA İÇİN ÜÇ ŞİİR / TURGUT UYAR

Ah işte her şey orda... / Ben severim omuzlarımı bir gün / Sırmaları, apoletleri olmasa da. / Ben severim omuzlarımı bir gün / Göçen bir maden direğinin altında /

Su akar kendir tarlalarından / Ah her şeyim... / Ben severim omuzlarımı bir gün / Savaşta bir başka omuzun yanı başında / Yatakta bir ince omuzun yanı başında / Yol uzun, hava sıcak / Kırbaçlarım atımı varırım Kurtuba’ya... / İndiğini görürsem bir gün sığırcıkların

ve sürüler halinde, ovaya / İnsanların dünyayı bölüştüklerini hatırlarım / Bir gün daha... / Sevişirim ölürüm, savaşırım ölürüm / Doldururum çantama kara ekmek ve peynir / Varırım Kurtuba ya... / "saat beşte

akşamleyin" / Ah ellerim ve kalbim / Her şey orada kaldı. / Keçeler keçeler ve portakallar / Kireç döktüler yere. / Kara gözlüm, kalbim, / Halkımın fakir akşamlarıdır, biliyorum / Kanlı bir mendil diye bağlanan gözlerime / Kireç döktüler yere, / Bir duvarın dibinde / Bir deppoy un önünde / Kiraz ağaçlarına ve sığırcıklara karşı
.......
Bir halkın gösterişsiz, sessiz cömertliğinde / Ölüm nasıl söylenirse öyle / İspanyol dilinde / ve her dilde... obra completas Artık kat’iyen biliyoruz; / Halk adına dökülen kan / Sapı güldalı güzelliğinde bir bıçaktır. / Dişlerin arasında... İspanya’da / ve her yerde... (Toplandılar, Can Y. İstanbul, 1998)

GAZZEDE'Kİ GUERNİCA-Victorio Arrigoni
3 ,OCAK,2009
Gazze’deki evim, kuşatma altındaki bir hayatın yaratabileceği tüm yoksunluklara meydan okuyup, panoramik deniz manzarasıyla, ruhum için sürekli mucizeler yaratıyor. Daha doğrusu bu sabah cehennem pencereme vurana kadar böyleydi bu. Bu sabah Gazze’de, evimden birkaç yüz metre ileriye düşen bombaların patlama sesleriyle uyandık. Birkaç arkadaşım bu bombardımanda öldü. Şimdiye kadar 210 kişi hayatını kaybetti ve ne yazık ki bu sayı dramatik bir şekilde yükselmeye devam edecek. Bu eşi benzeri görülmedik bir kan banyosu. Penceremin karşısındaki limanı yıktılar, karakolları harap ettiler. Söylentilere göre batılı basın organları konuyu çarpıtıyorlar ve saldırıların sadece Hamas hedeflerine karşı cerrahi hassasiyetle gerçekleştirildiğini iddia eden İsrail askeri kaynaklarından aldıkları bilgileri yayınlıyorlarmış.

Gerçeklik farklı. Şehrin en büyük hastanesini, El Şifa’yı ziyaret ettiğimizde, hastane bahçesinde, yere serilmiş tedavi görmeyi bekleyen sivillerden ve yine aynı şekilde hemen yaralıların yanında yere serilmiş gömülme zamanlarını bekleyen sivil cesetlerinden oluşan kaotik bir yığılma gördük. Gazze’yi gözünüzde canlandırabiliyor musunuz? Her ev bir başka eve yaslanmış, binalar bir diğerinin üzerine binmiş. Gazze dünyada nüfus yoğunluğunun en yüksek olduğu şehirlerden birisi. Bunun anlamı ise şudur; yukarıdan bomba atarsan sivilleri katletmen kaçınılmazdır. Farkında olarak bunu yaparsanız, suçlusunuzdur, bu bir kaza değildir.

El Abbas’taki polis merkezinin bombalanması sırasında, karakolun komşusu olan ilkokul da patlamada ciddi bir şekilde hasar gördü. Olay okulun çıkış saatinde gerçekleşti ve çocuklar o an sokaktaydı. Birçoklarının mavi okul önlükleri kırmızı kanlara belendi. Deyr el Balah’taki polis akademisinin bombalanması sırasında hemen akademinin yakınlarındaki Gazze’nin en büyük pazarında alışveriş yapmaya çalışan insanlardan birkaçı da öldü. İnsan ve hayvan ölülerini gördük, kanları asfalttaki su oluklarında birbirlerine karışıyordu. Gerçeğe dönüşen bir Guernica tablosu. Ziyaret ettiğim birkaç hastanede üniformalı cesetler gördüm –bu gençlerden birçoğunu tanıyordum. Her sabah limana ya da her akşam şehrin merkezindeki kafeye giderken yolda onlarla selamlaşıyorduk. Bazılarının adlarını biliyordum. Bir isim, bir tarih, dağılmış bir aile. Birçoğu gençti, 18 veya 20 yaşlarında, neredeyse hiçbirinin politik bir yönelimi yoktu. Ne El Fetihli, ne Hamaslıydılar, İsrail’in canice kuşatması altında nüfusun %60’ının işsiz olduğu Gazze’de, eğitimlerini tamamladıktan sonra geçimlerini sağlayabilecekleri bir iş bulmak için polis teşkilatına kaydolmuşlardı. Propaganda yapmak hoşuma gitmez, gözlerimi konuşmaya bırakıyorum, kulaklarımda sirenlerin haykırışı ve patlayıcıların sağır eden sesi yankılanıyor.

Bugün kurbanların arasında bir tane bile terörist görmedim, sadece siviller ve polisler. İsrail bombardımanlarında katledilen polisler yılın herhangi bir gününde, şehrin aynı meydanlarında, aynı köşeleri kontrol ederken gördüğümüz polislerdi. Daha dün gece onlardan birkaçının evimin önünde soğuktan korunmak için nasıl çırpındığını görüp tebessüm etmiştim. Bu ölülerden bazılarının kefaretinin gerçeklikle ödenmesini istiyorum. Onların hiçbiri İsrail’e karşı bir kurşun bile sıkmadı, sıkamazlardı da -görev tanımı onlara bunu emretmiyordu. Şehir polisleriydiler ve sadece iç güvenlikle ilgileniyorlardı.

Bir kameram var ama bugün çok iyi bir kameraman olmadığımı keşfettim. Ne parçalanmış bedenleri çekebiliyorum ne de yaşlarla dolmuş gözleri. Yapamıyorum işte. Hemen ağlamaya başlıyorum. Ben ve ISM’nin (International Solidarity Movement -Uluslararası Dayanışma Hareketi ) diğer gönüllüleri bugün El Şifa’ya kan vermeye gittik. Oradayken bir haber aldım, Sara, çok sevdiğimiz bir arkadaşımız, evinin yakınındaki Cebaliye mülteci kampında şarapnel çarpması sonucu ölmüştü. Tatlı bir kişilik, mutlu bir ruh, ailesi için biraz ekmek almaya çıkmış. Geride 13 çocuk bıraktı…

Biraz önce Tofiq aradı, Kıbrıs’tan. Tofiq, Özgür Gazze Hareketi’nin (Free Gaza Movement) gemilerinden birine binerek, uçsuz bucaksız bir hapishaneyi andıran Gazze’den, başka bir yerde hayata yeniden başlamak için, ayrılmış olan şanslı Filistinli öğrencilerden birisi. Söz verdiğim gibi dayısını ziyaret edip onun selamını iletip iletmediğimi sordu. Beni bağışlamasını istedim ondan biraz tereddütten sonra, geç kalmıştım. Çok geç kalmıştım –liman civarında yaşayan dayısı birçokları gibi yıkıntıların arasında gömülmüştü. İsrail, iki hafta sürebilecek bir bombardıman kampanyasının daha ilk günleri bunlar, diyerek korkunç bir tehdit savurdu bizlere. “Medeni dünya”nın sessizliği, şehri ölüm ve terör örtüsüyle kaplayan bombaların korkunç gürültülerinden daha da sağırlaştırıcı…

30 Aralık 2008
[rebelion.org adresindeki İspanyolcasından Ercan Bayraz tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]





10 Ocak 2009 Cumartesi

HAFTA SONU

HAFTA "SONU"'m ya da SON'UM
Günlerden Cumartesi . Keyifli gün....Sabah erken kalkma derdi yok! Yaşasın!Yattım bende öğlene kadar.Oh ne rahatmış uyanınca yatakta tembellik yapmak.Size de olur mu hafta içinin acısını çıkartmak istercesine herşeyi ağırdan alma isteği.Uzana uzana, gerine gerine sakin telaşsız kalmak.Yoksa bu sadece benim gibi stresli insanlara özgü bir şey mi?Bir yere yetişme telaşı , servis kaçacak, otobüse yetişeceğim derdi yok.Bende yatağa uzanıp dizi izledim .Ancak, dizinin 7. sezonu bittikten sonra 2. sezonunu izleyebildiğim dizilerden biri tabii ki. Hala yapmaNngereken tonlarca iş varken işlerini erteleyebileceğin bir tatil gününün daha yedekte durması ne güzel!Eee o zaman uzun uzun şöyle yayıla yayıla kahvaltı yapmalı.Hafta içi en çok özlediğim şey; sevdiklerimle yaptığım uzun kahvaltılar... Bugün üşenmedim, yalnız olmama rağmen kendime torpil geçtim; dört başı mamur bir kahvaltı sofrası hazırladım.Oh! Üstüne de yıllardır vazgeçemediğim,müptelası olduğum caanım kahvem.

Ta ta tam !İşte hafta sonunu keyifli kılan bir şey daha Edith Piaf çalıyor. Bende bilgisayarımın başında avare avare ' google earth'de gezintiye çıkmışım.
Mutfak da makineden boşaltılmayı bekleyen tabaklar, ve tekrar makineye koyulup yıkanmayı bekleyen bulaşıklar.Kirli çamaşırlar ,ütülenmeyi bekleyen temiz çamaşırlar , süpürülmesi gereken bir ev,ovulması gereken lavabo, bunun yanısıra yazılacak tamamlanacak dosyalar evraklar, ...lar,...lar,...lar ...
Telefon çalar ve saltanat dolu ehli keyif saatlerim sona erer imdat hesapta olmayan misafirler 30 dk sonra evimdeler! Hay Allah! Senaryo yazarına söyleyin bir daha mutlu son olsun!
Olsun bakalım!

4 Ocak 2009 Pazar

GÜZEL GÜNLER GÖRECEĞİZ ?





GÜZEL GÜNLER GÖRECEĞİZ ?
Güzel Günler Göreceğiz ! Güzel günler göreceğiz çocuklar
Motorları maviliklere süreceğiz
Çocuklar inanın, inanın çocuklar
Güzel günler göreceğiz, güneşli günler
Motorları maviliklere süreceğiz
Hani şimdi bize
Cumaları, pazarları çiçekli bahçeler vardır,
Yalnız cumaları, yalnız pazarları
Hani şimdi bizbir peri masalı dinler gibi seyrederiz
Işıklı caddelerde mağazaları,
Hani bunlar77 katlı yekpare camdan mağazalardır.
Hani şimdi biz haykırırız
Cevap:Açılır kara kaplı kitap: Zindan


Kayış kapar kolumuzu
Kırılan kemik, kan
Hani şimdi bizim soframıza
Haftada bir et gelir
Ve, çocuklarımız işten eve
Sapsarı iskelet gelir
Hani şimdi biz
İnanın, güzel günler göreceğiz çocuklar
Güneşli günler göreceğiz
Motorları maviliklere süreceğiz çocuklar
IşıKlı maviliklere süreceğiz
Çocuklar inanın, inanın çocuklar
Güzel günler göreceğiz güneşli günler

Motorları maviliklere süreceğiz
Nazım Hikmet
Güzel günler göreceğiz çocuklar diyor ya Nazım , Nerede peki o zaman ben iyide görürüm aslında... Öyle kaybediyorum ki inancımı bu günlerde nerede diyorum güzel günler ya ben niye göremiyorum.! Neden hep kabuslarla kalkıyorum. "Yok ben oynamıyorum artık "diyesim geliyor.Ya açın televizyonu şimdi hemen bakın! Görebilirseniz iyi birşeyler bana da anlatın Allah aşkına .Tek iyi bir şey yok, hep kan, hep ölüm, hep acı ...ve en çok çocukların düşlerinden ,geleceğinden çalınan zamanlar, hayatlar paralar,aşlar...
Ben çocuktum güzel günler görme umuduyla büyüdüm .Neredeyse otuzuma günler kaldı ve hiç gelmedi o güzel günler.Şimdi, yarın sabah ve her sabah beni beni ışıl ışıl gözlerle bekleyen çocuklarım var ve bakıyorlar umutla.Her sabah bana güzel günler görme umutlarını teyit etmemi beklercesine ,ışıl ışıl gözlerle bakıyorlar .Kara gözler ,yeşil gözler ,mavi gözler ,ela gözler ,kahve gözler sıcacık, pırıl pırıl her biri cihan parçası, aydınlık gözler.


Ne zaman bu gözler de kirlenecek diye bakıyorum.Şimdi sadece, oyunlarında oynuyorlar savaşı.Ama savaş hep var yaşamlarında .Çocuk yürekleriyle onlar şimdilik sadece olmak istedikleri kahramanlar .Kötü kalpli düşmanlardan koruyorlar benim cesur çocuklarım bizi. Peki onları kim koruyacak kötü kalpli insanlardan.Öncelikle ülkem ,sonrada dünya insanlarından.Acıdıkça ve incindikçe duyguları, onlarda nasibini alacaklar bu acımasız dünyadan. Ve ben hep haktan, adaletten saygıdan MAVİ DÜŞLERDEN........ bahsedeceğim öyle mi çocuklarıma ?.

Aklıma Louis ARMSTRONG 'un o muhteşem şarkısı geliyor" What A Wonderful World."Dünya'nın harika bir yer olmadığını haykırırcasına "Günaydın Wietnam" filmi ya da fonda savaş görüntüleriyle bu şarkıyı dinlemek müthiş bir ironi... düşününce içim sızlıyor.Hem şarkıya hem de dünyaya haksızlık ediliyor ...Yine de dinlemek ve inanmak istiyorum.



HARİKA DÜNYAMIZ
Ben yeşil ağaçları ve kırmızı gülleri görürüm
Ben çiçekleri benim için ve sizin için görürüm
Ve dünyanın ne kadar harika olduğunu düşünürüm.
Gökyüzünün maviliğini ve beyaz bulutları seyrederim
Aydınlık kutsal gün, karanlık kutsal gece
Ve dünyanın ne kadar harika olduğunu düşünürüm
Gökyüzündeki gökkuşağının renkleri çok güzel Yoldan geçen,insanların yüzlerinde
Memnun oldum diyen arkadaşça selamlaşmayı görürüm
Onlar gerçekten birbirlerini seviyorlar.
Bebeklerin ağlayışlarını ve onların büyümelerini izlerim
Asla benim bilemeyeceğim şeyleri öğreniyorlar
Ve dünyanın ne kadar harika olduğunu düşünürüm
Ve ben dünyanın harika olduğunu biliyorum.

LOUİS ARMSTRONG
ÇEVİRİ VE UYARLAMA:Can Akın


What A Wonderful World
I see trees of green, red roses too
I see them bloom for me and you
And I think to myself
what a wonderful world.

I see skies of blue and clouds of white
The bright blessed day, the dark sacred night
And I think to myself
what a wonderful world.

The colors of the rainbow so pretty in the sky
Are also on the faces of people going by
I see friends shaking hands saying how do you do
They're really saying I love you.

I hear babies cry, I watch them grow
They'll learn much more than I'll never know
And I think to myself what a wonderful world
Yes I think to myself what a wonderful world.
Louis Armstrong

Bekliyorum ,Nazım Usta güzel günleri ve çocuklarımla motorları maviliklere sürmeyi...Bir düş seninle benimkisi ama ortak bir düş, insani bir düş ...




2 Ocak 2009 Cuma

KIZ KULESİ






2008'in SON SAATLERİ... ve KIZ KULESİ
Dün bu saatlerde 31 ARALIK 2008'di.Ve Saatler bir kaç saat sonra yeni bir yıla girileceğini gösteriyordu. Bu sözde özel güne dair hiç bir plan yapmamıştım.Huzurlu evimde oturup sessizliğin ve işten yorgun argın dönülen sıcak bir kış gecesinin keyfini çıkarmayı düşünmekten başka.Tabii ki bu keyfe sevgili elmelı kurabiyelerim ve kahve keyfim de dahildi.Sevilenlerle ve sevenlerle yapılan bir keç telefon görüşmesinden sonra.Ne yapmak lazımda bu gece için düşünmekteyken Çocukluğumda gazetelerin verdiği kağıt maketleri andıran bir maketle süpriz yaptı canımın içi.Yapmaya başladık.Bakalım ne çıkmış orataya!Yeni yıl süprizi ta ta tatam!
“Çocuğunu asma köprüde sallayan
bir annedir İstanbul
ki onun
içi süt dolu
biberonudur Kız Kulesi
soğusun diye suya tutulan”
Sunay Akın





























... VE EN SONUNDA "KULE" NİN İNŞASI BİTER.ANCAK ÇİLESİ BİTMEZ ...AŞKIN VE ACININ ŞAHİDİDİR YÜZYILLAR BOYU, HEM EVRUPA HEM ASYA İNSANININ GÖRGÜ TANIKLIĞINI YAPAR YAŞAMA DAİR.EH NE DİYELİM SEN ŞAHİTSİN KIZ KULESİ. TAM ARAFTASIN BİZİM GİBİ. NE ASYALI NE AVRUPALI. BİRAZ ONDAN BİRAZ BUNDAN.BİRAZ DOĞULU BİRAZ BATILI.ORTAYA KARIŞIK BİR DURUM SENİNKİSİ. TAM AKINTININ ORTASINDA ...BİZEDE İLHAM OLMAKTASIN AKINTIYA RAĞMEN DURUŞUNLA .


".....

Kız, ya da ‘masal’ kulesi...

Bir an için gözlerinizi kapayın ve düşünün: Yüzlerce yıl, hatta bin yıl önce, belki bir denizci, belki de bir korsansınız; İstanbul’a doğru yolculuktasınız... Çanakkale Boğazı’nı geçtiniz; Marmara’yı da aşıp İstanbul Boğazı’na yaklaştınız... Önce bir siluet karşıladı sizi... Ayasofya’nın kubbesi tüm haşmetiyle karşınızda! Bir tarafta da Cenevizliler’in Galata Kulesi... Boğaz’a doğru girerek süzülmeye başladınız ki ne göresiniz? Sizi, eğer düşmansanız tehditkâr, dostsanız da davetkâr şekilde karşılayan bir levent var denizin tam ortasında! Kız Kulesi!

Ülkenize geri döndüğünüzde, “nereleri gezdin, neler gördün İstanbul’da?” diye soranlara anlatacaklarınızın başında gelmez mi Kız Kulesi? Hele bir de onun efsanelerini anlattılarsa size:



Amiralin acısı...

Kız Kulesi ile ilgili rivayetlerin en eskilerinden biri, İstanbul’un, ya da o zamanki adıyla Byzantium’un Atina’nın hükümranlığı altında olduğu döneme dayanır. Bu rivayete göre, Makedonya Kralı Filip’in İstanbul’a saldırma ihtimaline karşı Atina krallığı, İstanbul’u korumak üzere Amiral Hares komutasında kırk pare gemi gönderir. Hares’in çok sevdiği eşi Damalys öldüğünde, eşini buradaki kayalıkların içine oydurduğu bir mezara defneder...




Leandra’nın aşkı...

Bir başka efsaneye göre ise, Leandra adlı bir genç, burada bir kıza aşık olur. Her gece, sevgilisiyle buluşmak için karşı kıyıdan yüzerek buraya gelen Leandra’ya yol göstermek için sevgilisi, Kız Kulesi’nin bulunduğu kayalıkların üstünde ateş yakar. Bir fırtınalı gecede genç kızın yaktığı ateş söner. Leandra, kayalıkları bulamaz ve yolunu kaybeder. Boğazın serin ve karanlık sularında boğulup gider. Leandra’nın ölümüne dayanamayan sevgilisi de kendi elleriyle hayatına son verir...



Yılan ve ecel...

Bizans dönemiyle ilgili efsane de, eski Yunan hikayesindeki gibi bir ‘acı son’la biter. Falcılar, ‘Sevgili kızının ölümü bir yılandan olacak’ diye kötü bir haber verir krala... Kral, kızını yılan sokmasın diye Kız Kulesi’nin bulunduğu kayalıklara bir ev yaptırır ve kızını da buraya kapatır. Ancak genç bir subay, kralın kızına aşık olur. Günlerden bir gün genç subay, prensese sunmak üzere bir demet çiçek hazırlar. Çiçek demetinin içinde gizlenen bir yılan, talihsiz prensesi sokup öldürür.



Ve diğerleri...

Selçuklu dönemiyle irtibatlandırılan bir Battal Gazi efsanesinde ise ‘mutlu son’ var. Battal Gazi, Üsküdar Tekfuru’nun kızına âşık olunca Tekfur, kızını burada yaptırdığı kuleye hapseder. Bunu öğrenen Battal Gazi, kuleyi basarak Tekfur’un kızını kaçırır.

Evliya Çelebi’nin hikâyesi ise Osmanlı döneminde geçer. Çelebi, Sultan Bayezid-i Veli zamanında Kız Kulesi’nde yaşayan bir velinin, her gün cübbesinin eteklerini toplayıp denizin üstüne oturarak Sarayburnu’na gittiğini ve sarayda padişaha ders verdiğini anlatır.



‘Eski’ bir dost...

Efsaneleri bir kenara bırakıp elle tutulur kanıtlarla baktığımızda ise Üsküdar açıklarındaki Kız Kulesi’nin bulunduğu kayalıklarda ‘insan yapısı’ bir bina bulunduğuna dair ilk kesin bilgilerin XII. Yüzyıl’a dayandığını görüyoruz. Bizans İmparatoru I. Manuel Komnenos’un Boğaz’ın Marmara’ya bakan tarafına iki tane savunma kulesi yaptırdığı kayıtlarda yer alıyor. Biri Kız Kulesi’nin bulunduğu yerde, diğeri de Sarayburnu kıyılarında... Hatta bu kuleler arasına, deniz yoluyla yapılan kimi kaçakçılıkları önlemek için zincir gerildiği de günümüze ulaşan bilgiler arasında...

Bizans vakanüvisleri de Osmanlı Sultanı Orhan Bey’in Üsküdar’a kadar geldiğini, Sultan Orhan’ın kayınpederi Kantakuzenos’un ise karşı kıyıdan Kız Kulesi’ne kadar gelerek buradan Sultan Orhan’a elçiler gönderdiğini kaydetmişler. Fetih sırasında da Venedik’e ait bir deniz birliğinin burayı üs olarak kullandığına dair bilgiler var. Fetih’ten sonra ise Fatih Sultan Mehmet, Kız Kulesi’nin bulunduğu yere bir kale yaptırmış.

Kule'nin Osmanlı dönemindeki son büyük onarımı II. Mahmut döneminde (1808-1839) yapılmış. Hattat Râkım’ın kitabesiyle belgelenen ve 1832-1833 yıllarında gerçekleşen bu onarım, Kız Kulesi’ne bugünkü şeklini veriyor. Kule daha sonra, 1943 yılında içeriden betonla çevriliyor. 1959 yılında Askeriye’ye devredilen kule, bir süre radar istasyonu olarak kullanılır. Kız Kulesi, 1982 yılında Türkiye Denizcilik İşletmeleri'ne devredilir, ve bu dönemde bir ara siyanür deposu olarak bile kullanılır.


‘Yeni’ kule...

Kız Kulesi, uzun süre yıkık, dökük ve bakımsız kaldı... Bekçisiyle beraber bol bol vakit geçirdi. Ta ki 80’lerin ilk yarısında öğrendiğimiz bir metot uygulanana dek. Kız Kulesi’ni bir Holding restore ederek uzun vadeli bir şekilde kiraladı. Çok, ama çok uzun bir zaman diliminden sonra ilk kez insanlar Kule’ye ayak basma, onu yakından görme, dokunma imkânı buldu... Restorasyonu gerçeklerştiren ekip üniversite arşivleri ve kütüphaneler başta olmak üzere ulaşılabilen tüm verileri taramış ve yazılı kaynaklar, arşiv belgeleri, gravürler, eski fotoğraflar, sözlü ve yazılı anlatımları tek tek değerlendirmiş. Restorasyona başlandıktan sonraki süreç içinde Kız Kulesi'nde daha önceden ön görülmeyen tarihi bulgular da ortaya çıkarılmış.


Kız Kulesi’ni yaşayın!

Bugün alt katı restoran olarak hizmet veren Kız Kulesi’nde yemek yerseniz eğer, bilmem ki neler düşünürsünüz? O an oturduğunuz yerde, bin sen evvel kimbilir neler yaşanmıştır? Anlatılanlar gerçek mi, yoksa efsane midir? Üzerine bu kadar fazla efsane söylendiğine göre, hiç mi gerçeklik payı yoktur bu yaşananların? Hem savaşı, hem de aşkı mı yaşamıştır Kız Kulesi?

Kız Kulesi’nde yemek yerken bunları düşünür müsünüz bilmem ama, yemek yemeseniz bile, en azından bir çay içerek Kule’den o muhteşem İstanbul’u seyredip bir kez daha İstanbul’a âşık olmaya ne dersiniz? İster Salacak’tan, ister Kabataş’tan, ister Ortaköy'den motorlar kalkıyor ‘yeni’ Kule’ye... Hava soğuk ama, belki de bu hafta sonu, tüm bu efsanelere tanıklık etmek için uğrar ve ziyaret edersiniz bu çok, ama çok eski dostu...
"http://www.bilgisizler.net/turistik-ve-tarihi-gezilecek-yerler" adresinden efsanelerle ilgili kısım alınmıştır.
Baktık ki önemlidir ve özeldir bu "KIZKULESİ" VE 2008 'in son saatlerini buna ayırmışız yazalım dedik "kule"nin sırlarını.İstedim ki madem Kule efsane olmuş yüzyıllarca...O halde AŞK'la gark olalım efsane efsane son saatlerde.AŞK OLSUN!





Kız Kulesi

Karanlıktan korkan çocukların
müzik kutusudur Kız Kulesi
kapağı açıldğında
dansa başlayan balerin
hınzır martıların şakalarıyla
ıslanır elbisesi

Vapur dumanından
bir bulutun içinde
kanlı dağlara
yakamoz gönderir Kız Kulesi
üzülmelerini istemez
kürt çocuklarının
yıldızsız gecelerde

Köşesindeki mavi bir islemlede
duvarına yasladığı bisikletlerin
kiralanmasını bekler
şaşkın bir ihtiyar
ve çoraplarına gizlediği
yasak şiirleri
ele vermemek için
Kız Kulesi'nin eteklerini uçuşturmaz rüzgar

Boğaz'dan geçen gemilere
engel olmasın diye
İstanbul'un saçlarını toplayan
beyaz bir tokadır Kız Kulesi
açamk isteyen şarapçılar
Salacak'tan uzanayım derken
düşerler denize

Başında beyoğlu sarhoşluğuyla
izin dönüşü
ocağa gider bir maden işçisi
ki fener yerine
aydınlatır yolunu
elinde tuttuğu Kız Kulesi
Sunay AKIN